‘Her şey plastikmiş biraz’
Ünlü ressam Rene Magritte çizdiği bir pipo resminin altına “Bu bir pipo değildir” yazmıştı. Magritte 1967’de öldü. Onun öldüğü yıllarda henüz ne imgeler bu kadar hayatımızdaydı ne de görüntüler gerçeğin yerini almıştı.
Magritte’in resmindeki obje gerçekten de bir pipo değildi. Bu bir pipo değil, bu bir resim. Gerçek değil. Yere atsanız kırılmaz, onu elinizde tutamaz ve tütün içemezsiniz. Ve hatta belki de “Bu bir pipo değildir” yazısının yanına şunu da eklemeliydi parantez içinde: Bu bir yazı değildir, resmin diğer parçasıdır. Bu tualde gördüğünüz her şey resimdir.
Magritte’in bu resminden oldukça fazla etkilenen bir başka Fransız, ünlü düşünür Foucault, bir gün bir hastanenin karşısına geçip “Bu bir hastane değil” demişti. Foucault deliliğin ve cinselliğin tarihinde kapatılmanın ve disiplinin iktidar elinde nasıl da devasa ve korkunç bir mekanizmaya dönüştüğünü anlatmıştı o kitaplarında. Hastanelerin ve sağlığın iktidarın elinde nasıl da birer disiplin aracı olduğundan bahsetmişti. Belki o da bugünleri görseydi yalnızca bir disiplin aracı değil bir ticarethane olarak hastanenin nasıl gündelik yaşantımıza girdiğini görecek ve Paris’in göbeğinde yükselen özel bir hastanenin karşısına geçip şöyle bağıracaktı: “Burası bir hastane değil, burası bir otel-süpermarket”.
Bugün her şey kendi imgesiyle yer değiştiriyor. İmgelerin tek gerçeklik olduğu bir dünyaya hızla giriş yaptık artık. Türkiye gibi ülkelerse hiçbir insani, teknik ve sosyolojik altyapıya sahip olmadığından daha hızlı kirleniyor ve dejenere oluyor. İnsanlığın boşalttığı alanı şiddetin her türlüsünü iş edinmiş bir vahşilik alıyor. İnsanın yalnızca doğayı ve hayvanları değil gözünü kırpmadan kendi türünü de katlettiği bir dünya yaratılıyor. Bizler doğayı ve hayvanları savunduğumuz mevzileri de terk edip biraz daha geriliyoruz. Hastanelerde sağlıkla otel hizmeti, adalet saraylarında adaletle intikam, parlamentolarda yönetimle rant, lokantalarda lezzetle piyasa yer değiştiriyor. O nedenle bu ülkenin cumhurbaşkanı ülkeyi de bir şirket haline getirmekten söz ediyor. Para her türlü hiyerarşiyi yaratıyor, belirliyor ve onu bir iktidar mekanizması haline getiriyor. Bütün bu işletmelerde siz güler yüzlü olduğunuz için size gülünmüyor, iyi olduğunuz için teşekkür edilmiyor, insan olduğunuz için hastalığınız tedavi edilmiyor. İstanbul’un göbeğindeki AVM’ye bir inşaat işçisini kıyafeti uygun değil diye almadıklarında iktidarın görünmez parçası su yüzüne çıkmıştı. Şimdi gidin bir özel hastaneye ve ölüyorum ama param yok deyin. Bakalım sizi nerenizden tutup atacaklar “kirlettiğiniz” o mekândan.
Bugün gastroenteroloji uzmanı sayısının sadece 400, imam sayısının 120 bin olduğu bir ülkede işimizin kime kaldığını görmek gayet mümkün. Ama o imamlar da keşke imam olsaydı. Devletin gayri-Sünni vatandaşlarının parasını yiyen, yani haram para yiyen, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın verdiği maaşla din görevi sürdürmek ne kadar imamlıktır ki? Haram maaşla imam olmak! O zaman biz de bir imamın karşısına geçip rahatça şunu söyleyebiliriz artık: Bu bir imam değil. O sadece plastikten bir oyuncak. Devletin oyuncağı.
Magritte çoğumuz dünyaya gelmeden yıllar yıllar önce söylemişti olacakları. Gördükleriniz gerçek değil, gerçek, onların imgelerinin ardında saklı… İktidar, imgeler ardında saklanmış mekanizmalarla ve taktığı maskelerle var. Ve biz bu “saçma” dünyada durmadan o maskeleri düşürmek için mücadele ediyoruz… Edeceğiz de… Öyleyse kimin olduğu tartışıladuran ve fakat Turgut Uyar’ın olduğu söylenen, belki de kimin olursa olsun aynı zevkle binlerce kez okuduğumuz Palyaço şiirinden bir parçayla bitsin bu sözde “köşe yazısı” da: “Biraz biraz anlıyorum ki/ Yüzler eller, o terli vücutlar filan/ Her şey plastikmiş biraz/ Haydi sirtaki yapalım palyaço/ Rakı doldur, yine eksildik biraz…