Bu yıl Taksim’deki 1 Mayıs kutlanması yakın tarih açısından pek çok şeyi yeniden gündeme getirdi. Öncelikle DİSK’in yıllardır

Bu yıl Taksim’deki 1 Mayıs kutlanması yakın tarih açısından pek çok şeyi yeniden gündeme getirdi. Öncelikle DİSK’in yıllardır bıkmaz bilmez bir inatla istediği “Taksim’de 1 Mayıs Kutlaması” yapmanın hiç de öyle 32 yıldır yasaklanacak kadar gizemli bir şey olmadığı ortaya çıktı.
İkinci olarak bizim İZTV için hazırladığımız “Emeğin Kanlı Düğünü” belgeselinde tescillendi: 1 Mayıs 77’de şimdiye kadar söylenenin aksine 36 kişi değil, 42 kişi ölmüştü. Bu tarihi tespiti, DİSK’in Basın Yayın Müdürü Fahrettin Erdoğan’ın titiz dikkatine borçluyduk.
Fahrettin geçenlerde bana telefon ederken yine “tarihi” olaya imza atıyordu:
-Ağabey ‘1 Mayıs 77 şehitlerinden Hülya Emecan’ ölmedi, yaşıyor!
Bizim kuşak “dövüşenler ölenlerin tutmaz yasını” şiarıyla yetiştiği için sıcak mücadele içinde kim öldü, kim kaldı bakacak halimiz de yoktu. Toplumsal mücadelenin önümüze koyduğu yeni hedeflere kilitlenmiş biçimde doludizgin yaşıyorduk. Eğer o yıllarda dikkatli bir kulak Hülya Emecan’ın “siz dövizlere pankartlara yazıyorsunuz ama ağabeyler ben ölmedim” demesini duyabilirdi. Ama olmadı, olamadı işte… Genç öğretmen Hülya’nın sayısız kere DİSK ve bağlı sendikaların bölge ve fabrika temsilcilerine bu gerçeği ifade etmesi de bir işe yaramadı. Sonra 12 Eylül geldi. Artık kimsenin, ölmeyip de sağ kalanın derdini anlayacak hali kalmamıştı. Hayattaysan ne mutlu sana!
ÖĞRETMEN HÜLYA’NIN 1 MAYIS RÜYASI
Hülya Emecan’ın 1 Mayıs 1977 macerası bir yıl öncesinden başlıyordu. O yıl ilk kez yapılan 1 Mayıs 1976 kutlamalarına öğrenci olduğu için katılamamıştı. Kendisine “bir örgütün kortejinde yer almasan alana giremezsin” denilmişti. O da sineye çekmişti, örgütsüz olmasını… Ama 1 Mayıs 1977 gelip çatınca o zaman iş değişmişti. Hülya artık cebinde gururla taşıdığı TÖB-DER kimliğine sahip genç bir öğretmen olmuştu.
Annesi Mesture Hanım “kızım” demişti:
-Ne olur gitme, kurban olayım bu gece rüyamda gördüm silahlar falan patlıyordu. Başına bir şey gelebilir. Gel otur evinde…
-Anne senin rüyana göre hareket edecek değiliz herhalde! Yüz binlerce işçi, emekçi orada olacak. Ben bir yıldır bu günü bekliyorum, hiçbir şey olmayacak korkma sen canın annem benim!
Yirmi yaşında idealist bir öğretmeni yolundan kim döndürebilir ki?
Hülya Emecan 1 Mayıs 1977 sabahı Beşiktaş’taki ana kortejde TÖB-DER saflarında yerini alıyor.
CİĞERLERİM EZİLİYOR SANDIM
1 Mayıs töreni ne içinde gelişerek sürüyor? Hülya Emecan’ın içinde bulunduğu delegasyon Atatürk Anıtı ile kürsü arasında otobüs durakları mevkiinde (şimdiki Metro girişi) yer alıyor. Halaylar, alkışlar, sloganlar… Her şey olması gerektiği gibi gelişiyor, dinamik bir neşe, gelişen güçlü mutluluk ve yaygınlaşan dayanışma duyguları içinde törenin sonuna doğru geliniyor. O zamana kadar Hülya öğretmen hiçbir kaygı duymuyor. Kemal Türkler’in konuşmasına başladığı sırada alana görkemli bir giriş yapan DEV-YOL ve Kurtuluş gruplarının güçlü sloganları kürsüyü bastırır hale gelince ilk kez kaygılanıyor:
-Bu hayra alamet değil galiba!
Aradan sadece birkaç dakika geçiyor ki, silahlar patlamaya başlıyor. Ortalık savaş meydanına dönüyor. Ama Hülya öğretmenin şaşkınlığı kendini korumaya muktedir değildir:
-O zamana kadar hiç silah sesi duymadığım için ne yapacağımı bilemiyordum. Birisi kolumdan çekerek ‘çabuk yere yat’ diye bağırdı. Yattım. Sonra kalkıp Taksim Gezi Parkı’nın merdivenlerine doğru koşmaya başladık. Yeniden ateş açıldı, yeniden yerlere yattık. Ben kalkmakta zorlanınca insanlar ayaklarıma basarak geçtiler. Merdivenlerin yanına gelmiştim, ciğerlerimin sıkıştığını hissettim. Nefes alamıyordum. Orta yaşlı bir adam beni kolumdan tuttu yukarı çekti. Durun gelmeyin diye bağırıyordu ama kimsenin dinleyecek hali yoktu. Çünkü üzerimize kurşunlar yağıyordu.
POLİSİN ÖĞRETMENLİK SORUSU
Hülya Emecan ezilmekten kurtulunca hemen oradan kaçıp gitmek yerine dönüp alana bakıyor ki, büyük bir vahşet tablosu dakikalar içinde hızla gelişiyor:
-Atatürk Kültür Merkezi önündeki panzer ses bombaları atarak, su sıkarak kalabalığın üzerine gidiyordu. Bu arada ezilenler, kurşunla yaralanıp ölenler meydanda boylu boyunca yatıyorlardı. O panzer her şeyi alt üst etti, katliamın en büyük sebebi alana giren o panzerdi!
Hülya Emecan yaşadığı travmanın etkisiyle kendini Gezi Parkı’nın arkalarına doğru koşarken buluyor. Divan Oteli’nin yanına nasıl geldiğini bilmiyor ama oradaki manzarayı iyi hatırlıyor:
-Divan Pup’da insanlar çaylarını kahvelerini içiyorlardı. İki yüz metre ilerde bir cehennem kurulmuştu ve insanlar ölüm kazanında kavruluyorlardı, burada ise o manzaradan tamamen farklı bir resim vardı.
Beşiktaş’a inerken yanına gelen ve çevreyi bilmeyen bir gence yardım ettiğini de hatırlıyor:
-Birlikte Beşiktaş Meydanına kadar indik!
Sonra Gaziosmanpaşa’ya gitmek için bir dolmuşa biniyor. Taksim yönü kapatılmış olduğundan Eminönü-Cağaloğlu üzerinden ilerliyorlar. Tam Vilayet binasının önüne geldiklerinde bir çevirme noktasına takılıyorlar:
-Polis kimlik sordu, benim üzerimde TÖB-DER kimliği vardı. Bir de alanda dağıtılan bildirilerden birini buldular. Artık zanlı hale gelmiştim!
Polislerden biri Hülya Emecan’ın öğretmen olduğunu öğrenince aynen şöyle soruyor:
-Okulda öğrencilere orospuluk mu öğretiyorsun?
Genç öğretmen Hülya mesleğine yapılan bu hakaretten sonra susacak hali yoktur:
-Senin çocuklarına okulda orospuluk mu öğretiliyor?
Polis memuru Hülya öğretmeni polis otobüsüyle duvar arasında kalan dar bir yere çekiyor, silahını çıkartıp şakağına dayayarak diyor ki:
-Seni şimdi şuracıkta vururum kimsenin de haberi olmaz!
O anda genç bir rütbeli polis gelip “ne yapıyorsun?” diyerek esir kızı (!) kurtarıyor. O gün I. Şube çok dolu olduğu için Hülya’yı II. Şube’ye yolluyorlar.
KURTULUŞ KOMŞU POLİSLE
Hülya Emecan II. Şube’de çile doldururken kardeşi ağabeyi Hasan ile kardeşi İsmail Emecan TÖB-DER’in Aksaray’daki binasında ondan bir yaşam haberi bekliyorlar. Bu arada bütün hastaneler dolaşılıyor. Bu arada bazı hayırlı arkadaşlar “siz bir de morga baksanız iyi olur” diyorlar! Morga da gidiyorlar ama sonuç yok.
En sonunda komşu dairede oturan polis memuru Mustafa’ya (bu ismi Hülya hatırlıyor) söylüyorlar. Mustafa bir Toplum Polisi (Çevik Kuvvet) her yere girip çıkıyor. II. Şube’de Hülya’yı buluyor. Gerekli girişimleri yapıyor. Sonunda Hülya serbest bırakılıyor:
-Beni bir hafta sonra bir gece yarısı Sirkeci’deki II. Şube’den saldılar ama saat 02.00’de… O saatte otobüs yok. Taksi parası yok. Genç bir kızım, nereye gideyim? En iyisi sabaha kadar burada (II. Şube)  bekleyeyim dedim.
Gece yarısı II. Şube’nin kapısında bekleyen genç bir kız kimin dikkatini çekmez ki? O sırada nöbeti bitmiş iki sivil memur Hülya’nın yanına gelip diyorlar ki:
-Bu saatte burada bekleyemezsin, burası ipsiz sapsızların girip çıktığı bir yer!
Kendilerinin komiser olduklarını söyleyip kimliklerini de gösterip Hülya’ya “güvenlik” olduklarını ispatlıyorlar. Onu alıp Gaziosmanpaşa’daki evine götürüyorlar. Hatta ikinci kata kadar çıkartıp annesine teslim ediyorlar:
-Kızını getirdik anne!
Hülya Emecan’ın annesi Mesture Hanım önce donup kalıyor. Sonra sevinç içinde boynuna atlıyor. Sonra gerçek bir anne oluyor, kaşlarını çatarak söylenmeye başlıyor:
-Ben sana gitme demedim mi? Bak neler oldu? Senin öldüğünü sanıyorduk!
DİSK’E HABER YOLLADIM AMA...
Hülya Emecan kendi ismini “1 Mayıs Şehitleri” arasında görüyor. O yıllarda gittiği dayanışma ziyaretlerinde grevdeki işyeri temsilcilerine, sonra DİSK’in Bölge Temsilcilerine “ölmediğini” anlatmak için epeyce dil döküyor. Ama hepsi “ya öyle mi, ben iletirim” diyerek onu dinliyor. Ama pankartlardan, dövizlerden Hülya Emecan ismi bir türlü inmiyor. Derken 12 Eylül geliyor. O yıllar kim öle, kim kala yılları… Sonra da Hülya Emecan işin peşini bırakıyor.
Ta ki, bu yıl Birleşik Metal-İş Sendikası’nın Yürütme Kurulu Üyesi Celalettin Aykanat’ın yakın arkadaşı Yılmaz Bayram’a söyleyene kadar… Bu yıl özel bir dönem ya, herkes birbirine iletiyor. Ama DİSK’te Fahrettin Erdoğan var! Haberi alınca Nazım Abisi’ni arıyor, o da konuyla ilgileniyor. Böylece haber ortaya çıkıyor:
-Hülya Emecan yaşıyor!