Susanların suskun dilini kim çözecek? Bakın insan kemikleri, kafatasları, saç telleri, fanilalar, donlar, göynekler, bereler çıkıyor...

Susanların suskun dilini kim çözecek? Bakın insan kemikleri, kafatasları, saç telleri, fanilalar, donlar, göynekler, bereler çıkıyor derin ve dipsiz sandığınız epeyce bir zamandır suspus olmuş kuyulardan. O kuyulara atılmış bedenlerin sahipleri affedecek mi?...

Esirgeme benden gözlerini
 Derin denizlere bakan
 Tüm gökleri eritmiş denizleri senin
bakışında göreceğim
 Sert yaylalar karlı dağlar yok burada
 İnsanların kum gibi doğup öldükleri
 Dirimin her gün derin denizlerden geçip
 Uzaklaştığını bilerek yaşadığımız bu
yerde”  Susanlar / Bilge KARASU*

Garip bir ruh hali içinde, adeta terapi ile, kendine yanıtsız sorular sorarak, dibine kadar içilmiş kahvenin anında tersine çevrilmiş fincanının iç çeperindeki telvesinin sırrı falcı tarafından bile çözülememiş bir haleti ruhiyeyi yaşıyor bu tuhaf ülke…
Memleketin doğu yarıküresinde yaşayan, ayrı bir kavim! Dili, kültürü, kimliği, coğrafyası ve ruhunun; öbür taraftakilerle bin senedir bir arada yaşamalarına rağmen hiçbir yakınlığı yok. Bunu epeycedir biliyorlar. Nedendir diye sormayın. Yaşadıklarından öğrendikleri bir şeyler var. Hayat öğretti onlara “ayrı” olduklarını. Hep “birlik” dedi birileri. Demek ki “ikilik” var diye anladı öte yakadakiler…
Şimdi batı yarıküredekiler gözlerinizin içine bakıp diyorlar ki; bakmayın yıllardır birlik demiş olmamıza, ayrıymışız evet, yeni anladık! Bakın, biz sizin dilinizle şarkılar söylüyoruz, konuşmayı yeni öğrenen el kadar bebelerin kekemeliğinde, peltekliğinde. Ne olur, ama ne olur dilimiz varmıyor demeye, ama ne olur lütfen affedin bizi, sizlere çektirdiğimiz bunca eziyetten sonra.
Söylüyorlar mı bunları, heyhat. Söyler gibi yapıyorlar, utangaç, mahcup ama epeyce pişkin bir edayla gözlere bakıp bakıp şivekârlık gösterisinde bulunuyorlar…
Affetmek sadece şarkının ayrı ve aykırı dilindeki nağmelerinde kalsaydı keşke! O kadar kolay olurdu ki, affetmek. Altı üstü yasaklanmış bir şarkı sözü olurdu affını bekleyen. Oysa dağ boyu suskunluk var doğu yakasında ülkenin. Susanların suskun dilini kim çözecek. Bakın insan kemikleri, kafatasları, saç telleri, fanilalar, donlar, göynekler, bereler çıkıyor derin ve dipsiz sandığınız epeyce bir zamandır suspus olmuş kuyulardan. O kuyulara atılmış bedenlerin sahipleri affedecek mi? Affedilmeyi bekleyen dili, ruhu kirletenleri…
Bırakın dininizi doğunun dilinden anlatma sevdasını. Siz yasakladığınızda da doğu yakadakiler kendi dilleriyle okuyorlardı ilahilerini. Şimdi siz kekeme, onlar hatip. Alay ediyorlar sizle, para-tanrıcı ithal ikameci izinsiz destursuz siyaseten ödünç alıp kullandığınız doğunun vakur diliyle…
Kanın akıyordur bir yerlerde şimdi / geçilmemiş kapıların aşılmamış eşiklerin ölümlü ığıltısında / geleceğimi umarak / gelmeyeceğimi duyarak içinden.*
Ölüm çukurlarına, dipsiz derin kuyulara, derin ve vahşi vadilere, çakallar kurtlar parçalasın diye savurduğunuz bedenlerin; duymasın diye kesip maskot yaptığınız kulaklar, kopardığınız lal-u ekbem diller, oyduğunuz göz çukurları, kırdığınız kol ve bacaklar siyaseten dil olacak ant olsun, sizin din aşkına inanmadan kullandığınız anamın dili Kürtçe’nin yüzü suyu hürmetine…
*Bilge Karasu, ‘Suskunlar’, Metis Yayınları, Ocak 2009 İstanbul.