İbni Batuta, 1330’lu yıllarda Anadolu’yu gezmiş bir berberi gezgin. Kendileri sadece Anadolu’yu değil, yaşadığı dönemin bilinen dünyasının büyük...

İbni Batuta, 1330’lu yıllarda Anadolu’yu gezmiş bir berberi gezgin. Kendileri sadece Anadolu’yu değil, yaşadığı dönemin bilinen dünyasının büyük bölümünü gezmiş.
Gezgin, Alanya’da gemiden inip, başta Hamidoğulları olmak üzere, pek çok Anadolu Beyliği’ni gezip, Sinop’tan Kırım taraflarında hüküm süren Altınordu  Hanlığı’na geçmiş.
Anadolu’da gördükleri, ona “cennet burada” dedirtmiş. Moğol istilasının hemen ertesinde beylikler Anadolu’da hüküm sürmekte. Gezdiği kentlerde, yollarda, aç açık bir insan görmemiş. Osmanlı henüz Bursa’yı yeni almış, Anadolu’ya el atamamış. Anadolu’nun altın çağı demidir bu dem.
Gezgin, kafilesinde cariyeleri, hizmetkarları ile birlikte Denizli’ye girmek üzeredir. ?ehir uzaktan görünmüştür. Birden önüne palalı bıçaklı bir grup çıkar. Kafile ne olduğunu anlamadan, ikinci bir grup daha gelir. İki  gurup birbirine girer. İbni Batuta, “bunlar bizi soyma sırası için birbiriyle dövüşüyor” diye düşünüp, can derdine düşer. O sırada şanslarına,  Arapça bilen bir hacı çıkagelir. Hacıya “Bizi kurtar” diye yalvarırlar. Hacı ise onlara durumu anlatır: Karşılarına çıkanlar Denizli’nin birbirine rakip iki Ahi Ocağı’dır. Duymuşlar ki, bir gezgin kafilesi kentlerine gelmekte, konuk etmek için karşılamaya çıkmışlar ve aynı anda  kafileye ulaştıkları için konuk kapma kavgasına girmişlerdir.
Her iki gruba da ayrı günlerde konuk olma çözümü ile iş tatlıya bağlanır.
Şimdi bu olaya bakarak, Anadolu insanının “yüksek hasleti, konukseverliği” üzerine ağdalı anlatımlarda bulunabiliriz. Sağın sığ söylemleri gibi… Doğru olan nedir? Ahi örgütlenmesi, sosyal ve ekonomik bir örgütlenmedir. Osmanlı ya da bir başkası kılıçla iktidarı aldığında, hazır bir örgensel yapıya sahip olmaktadır. Değişen iktidar olup, zamanın üretim ilişkileri ve üretim biçimi “çözülmemektedir” doğal olarak. Bir başka deyişle, ekonomik ve sosyal örgütlenme, Osmanlı’dan önce zaten Anadolu’da vardır. Yerel halk, sivil iktidarını çoktan kurmuştur. Gündelik hayat örgütlenmiştir. ?imdiki kavramlarla söylersek, özellikle beylikler dönemi Anadolusunda yerinden yönetime benzer bir yerel iktidar oluşumu söz konusudur.
Benzer bir örneği, Ömer Lütfü Barkan’da görüyoruz: Halife Ömer Mısır ve Suriye’yi fethettiğinde, oradaki mevcut toprak sistemini aynen korumuştur. Öyle ki, görevde olan Rum memurlar, kendi dillerinde işlem yapmayı sürdürmüşlerdir. İktidar ise İslam’ın kılıcındadır. Hatta, Halife Ömer’in, Suriyeli bir köylüye vergi konusunda “Acem’e ne veriyorsanız, onu vereceksiniz” dediğini aktarır Barkan. (Türkiye’de Toprak Meselesi, Gözlem Yayınları, 1980)
Denizli örneğinde Ahi’lerin davranışında, özverili konukseverlik, yüksek ahlaki değerlerin yanında, ekonomik dinamikler de etkendir. Çünkü gezginler bir iletişim aracıdır. ?imdiki zamana göre söylersek, kentin reklamıdır. Kervan yollarında parasız kervansaraylar, hanlar sistemi boşuna oluşturulmamıştır. Kervanlar işleyecek ki ekonomik gelişme ve süreklilik sağlansın.
Derdimiz, Osmanlı’yı yermek, bir başkasını övmek değil. Osmanlı’yı parlatma devrine girdiğimiz bu günlerde, tarihi doğru yerden okumak ve doğru değerlendirme bulunmak gerekiyor.  Bir ovada yenilen ordu dağılınca, hemen arkasından ele geçirilen yenilen ordunun kenti ve ülkesi dakkasında örgütlenemez. Zaten örgütlü olan alanda iktidar el değiştirmiştir. Bu değiştirme zamanla olumlu anlamında bir dönüştürmeye giderse o zaman yüksek uygarlık yaratımlarından söz edilmeye başlanır.
İbni Batuta’nın tanıklığı bize bunları gösteriyor. Irkçı-Fütuhatçı zihniyetten günümüz “beton” gizli anlamlı uniter devlet tartışmalarına kadar, çıkaracağımız çok sonuç var.
Haftanın dizesi;
Beyliğe aktıkça osmanlı’nın dirayeti/ Görülmez oldu bey sarayında iktidar cinayeti.