Size bu satırları içinden nehir geçen bir eski şehirden yazıyorum, Frankfurt’tan…

Size bu satırları içinden nehir geçen bir eski şehirden yazıyorum, Frankfurt’tan…

Tıpkı her daim yazdığım ve içinden nehir geçen ve de o nehirle akraba olan bir şehirden, Diyarbekir’den çokça ve sıkça yazdığım gibi…

1825 yılında kurulmuş Alman Yayıncılar Birliği. 1949 yılında da Frankfurt Kitap Fuarını düzenlemeye başlamışlar. Fuarın geçmişi 17. yüzyıla dayansa da, çağdaş ve şimdiki anlamıyla mazisi yarım asırdan biracık fazla. 1944 senesinde Frankfurt diğer birçok Alman şehri gibi yerle yeksan oluncadan hemen birkaç sene sonra, 1949 yılında ilk fuarı organize etmişler.

Bu sene 2008 yılı Frankfurt Kitap Fuarının 60. yılı. Ve Türkiye, “Bütün renkleriyle Türkiye” vurgusuyla 2008’in “Onur Konuğu”. Bizler de naçizane “Onur konuğu” ülkenin konuk kalemleri olarak “renklerimizle” fuardayız.

“Sıralı evlerin ve dar sokaklarının” ikinci cihan harbinde ateşe ve baruta kestiği şehir kısa zaman aralığında Main ırmağı kıyısında metropol bir şehir olarak yeniden kurulmuş. Öylesine metropol bir şehir olmuş ki; şehre hangi yönden girerseniz girin konuklarını karşılayan “gökdelenler”lerden ötürü Main kıyısındaki şehre, ABD’deki Manhattan’dan bozma “Mainhattan” adını yakıştırmışlar. Haksız da değiller hani. Neredeyse bütün bankaların şubeleri finans işlerini “halletmek” üzere Frankfurt şehrini tercih ediyorlarmış.

Doğrusu bir yönüyle finansın kalbinin attığı bir şehirle, kültürün önemli bir merkezi olma buluşmasının becerisi beni şaşırtmadı dersem yeridir.

1976’da başlamış “Konuk Ülke” uygulaması. Küreselleşme ve dijital-sanal dünyanın kalem-mürekkep ve kâğıt kokusunu tehdit ettiği bir çağ yangınında itiraf etmek gerekir ki; 7000 yayıncının 300 bin izleyiciyle yakınlaşarak, dünyanın dört köşesinden yılda bir kez bu kültür şehrinde adeta bir ayinde buluşur gibi önemseyerek buluşması kayda değer bir iş olmalı…

Doğrusu ben, fuarları bizim ülkeden esinlenerek daha çok üretici ile tüketicinin karşılıklı bir pazar alışverişi gibi bilir ve algılardım. Gördüm ki; Frankfurt’taki Kitap Fuarı öyle değil. Daha profesyonel ve kitapçının yine bizzat kitapçı ile telif ve yayın ilişkileri üzerinden paslaştığı, hesaplaştığı bir “Pazar”. Yani anlaşıldığı üzere kültürün finansal bir pazarı. Çoğumuza yabancı bir kavram gibi gelse de, adı tam da bu! Kültürün finansal manada buluşma mekânı Frankfurt Kitap Fuarı.

Doğrusu Frankfurt Kitap Fuarında salt dünyada dillerini ve alfabelerini bildiğim ya da büyük çoğunluğunu bilmediğim kitaplarının dünyasında gezinirken bir salonunda Türkiye’nin hangi mantıkla olduğu bilinmez “sınırlı-seçilmiş” yazarlarının portrelerinin ve kısa tanıtımlarının yer aldığı, kimi önemli yazarların da “unutulduğu” bir sergi salonunda dolaşırken gözüm Oğuz Atay’a takılı kaldı. Durdum Oğuz Atay’ın portresinin önünde ve Atay’ın kelamını düşündüm. Diyordu ki Oğuz Atay; “Ben buradayım, sevgili okurum, sen neredesin!” Oğuz Atay’ın bir öyküsünün bu son cümlesi aslında biraz da ülkenin hâli pür melalini anlatıyordu.

Bütün renklerin hızla solduğu / soldurulduğu / soldurulması için gayret sarfedildiği, yirmi birinci yüzyıl ya da üçüncü binyılın başında hâlâ tekçi bir mantıkta ısrar edilen bir çağ telefatında; inatla Batı dünyasına, “Bütün renkleriyle Türkiye” diyordu Frankfurt Kitap Fuarının Onur Konuğu ülkesi Türkiye. Ülkede bir çağ yangını yaşanıyordu, ülkenin binlerce kilometre uzağındaysa kültürel manada bir tanıtımın heyecanı vardı…

Kimilerine göre bir tezattı bu! Onulmaz bir tezat gibi. Ama hayatın kendisi de bu değil miydi sanki! Zıtlarla / tezatlarla birlikte sorular sorarak yaşamak…

Kitapçıları olmayan şehirlerin sakinlerinin çokça olduğu bir ülkeden geliyorduk biz. Yıllar, uzun yıllar boyunca silahın, bombanın yanında kitabın da “suç unsuru” olarak alenen teşhir edildiği ve kitap bulundurmaktan yargılanan bireylerin aylarca-yıllarca hapislik yaşatılan / yatırılan bir ülkeden geliyorduk ne de olsa.

Johann Wolfgang Von Goethe’nin hemşehrileri, “gelenek sadece küllerin eşelenmesi değil, ateş de lazım hepimize” diyerek; ateşin ışıttığı ışığı işaret ediyorlardı bize inadına. Karanlıkta ısrar edenlere nazire yaparcasına…

Doğrusu; neredeyse 2000 yıl evvel Kelt ve Germen kabilelerinin ve de Roma kalıntılarının bugünlere kaldığı ve adı da Frank Geçidi anlamına gelen Frankfurt, kültürün ev sahipliğinde önemli bir kültürel başkent. Frankfurt ve dünyanın diğer kültür şehirlerinden öğreneceğimiz çok şey var…