Eski Yunancası 'dilemma'dır ve çoğu Batı dilinde bu kökten gelen kelime kullanılır. Osmanlıcası 'kıyası mukassim' idi. Günümüz Türkçesinde 'ikilem' diyoruz. Altı üstü bir sözcüktür.....

Eski Yunancası 'dilemma'dır ve çoğu Batı dilinde bu kökten gelen kelime kullanılır. Osmanlıcası 'kıyası mukassim' idi. Günümüz Türkçesinde 'ikilem' diyoruz. Altı üstü bir sözcüktür ama sözcüklerin en belalılarındandır. Halk ağzındaki "'iki arada bir derede kalmak', 'iki cami arasında bînamaz' yahut 'iki ucu b.klu değnek'" deyişleriyle de, pekâlâ ilişki-lendirilebilir.

İkilem maddesi, TDK Felsefe Terimleri Sözlüğü'nde (1979, 2. Baskı) "2 - (Genel olarak kıskaç, kışkırtma anlamında) Her iki durumda da doğru hareket edemeyeceğim iki olanak karşısında bulunup, bunlardan birini yapmaya, istemediğim halde beni zorlayan durum," diye tarif ediliyor. Doğrusu, özel olarak Demokratik Toplum Partisi'nin ve giderek ülkemizin içine sürüklendiği 'ikilem'i bundan iyi tarif etmek mümkün değil.

Bugün artık en üst düzeydeki sorumlularının ağzından ikrar verilen, kabul edilen inkarcı, despotik resmi uygulamaların tırmandırdığı şiddet sarmalında yirmi üç yıl geçirdi ülkemiz. Milyonlarca yurttaşımız yerinden yurdundan, köyünden mezrasından çıkartıldı, ötelendi. Canımızdan can alındı. Şiddetin dili ve gustosu öyle yüceltildi ki, ölmeyip sağ kalmanın suç addedildiği akıl yitimi mertebesine dahi alçaklık.

Üst başlıkta iki "taraf" yaratılmaya çalışıldı: Türkler ve Kürtler. Anadolu'nun binlerce yıllık harmanı, bu ayrıştırmanın kaçınılmaz sonucu olacak ırkçı ötekileştirmeyi bir türlü benimsemediyse, kıvamından pek de vazgeçmeye yanaşmadıysa, bunu elbette şans saymak gerekir.

Türkiye'nin kendini bir ulus-devlet olarak tarif ettiği ilk günden bu yana tercih ettiği sistem parlamenter cumhuriyet oldu. Haktanır olmak gerek, ilk günden bu yana, bu parlamenter cumhuriyetin "demokrasi" diye bir hedefi de hep oldu. 1920 Parlamentosu, esasen, zaman içerisinde çeşitli dalgalanmalar, kesintiler, sarsıntılar geçirse de, Türkiye'nin ortalamasını almak isteyenler için hayli fikir ve ilham vericidir. 0 çok seslilikten Yeni Türkiye'nin doğduğunu hiç ama hiç unutmamalıyız.

Eroin kaçıran, adam öldüren, trafik cinayeti işleyen kimi milletvekillerine gösterdiği "dokunulmazlık" hoşgörüsünü, meclis kürsüsünde fikirlerini, düşüncelerini açıklayan DEP milletvekillerinden esirgeyen ülkem, 1993 utancını hâlâ üzerinde taşıyor. Parlamento kürsüsü özgür olmayan bir ülke görüntüsüne büründürülen ülkemde, siyasetin hangi zeminde yapılabileceği sorusuna bir cevap bulmak zorundayız. Eğer DTP de parlamentodan sürülür, seçilmiş milletvekilleri, seçmenlerini temsil haklarından yoksun bırakılırsa, bu soru daha yakıcı biçimde karşımıza çıkacaktır, kimsenin kuşkusu olmasın.

Peki, ikilem bunun neresinde? Buraya ka-darki çıkarımda, sistem, amaçlarını beğenmediği yasal, demokratik zeminde duran ve belli bir seçmen tabanına sahip bir siyasi partiyi, meşruiyet sınırlarının dışına itelemek, ötele-mek istiyor. İkilem oluşabilmesi için, A'yı B'nin kıstırması ve belli bir yöne sürüklemesi yetmez. Bir de C olmalıdır ve B ile aynı anda, aynı hızla, aynı yönde ama ayrı açıda A'yı kıstırıp sürüklemelidir.

İşte, bugün ikilemi oluşturan C'yi de iyi tahlil etmemiz gerekiyor. C, A ile benzer amaçları olan ama A'dan farklı olarak şiddet aracını kullanan, yöntem olarak "savaş"ı benimseyen bir silahlı aygıttır. Silahı esas araç olarak benimseyen, yani nihai olarak "öldürme" edimini meşrulaştıran aygıtların araç dilleri benzeşir. Amacın savunma ya da saldırı olması aracın dilindeki benzeşikliği etkilemez. Her iki durumda da, "öldürme" edimi suç değil, meşru "hak" sayılır.

Görünen o ki, A, B ve C tarafından, her iki durumda da doğru hareket edemeyeceği iki olanakla karşı karşıya bırakılıp kıstırılmış ve olanaksızlaştırılmış durumda. Bu "yıkıcı/des-tructive" ikilemden kurtulmanın yolu, ikilemin kendisinden kurtulmaktır bana sorarsanız. A, yani DTP mevcut yıkıcı ikilemi ötekileştirmeli, kendi varlığını bu ikilemin reddi ile yeniden inşa etmelidir. Aksini düşünmek bile azap verici.