Referandumla ilgili bir toplantıdan çıkarken geldi mesaj; Kızılay’a yönelik ciddi bir saldırı istihbaratından söz edip, Kızılay’dan kaçınılmasını öneriyor. Kızılay mimli artık; bu tür bir uyarı gelmese de çevremdeki insanlar, öğrencilerim, yakınlarım arasında Kızılay’a gitmek “güvenlik kentinin riskli davranışı” haline gelmiş bulunuyor.

Nasıl korkulmasın ki? Zaman zaman saldırıların erken istihbaratla gerçekleşmeden önlendiğini duyuyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var ki her an büyük kentlerimizin birinde Kızılay’da, Beşiktaş’ta, Reina’da yaşadığımız türden terör saldırılarını yaşayabiliriz.
Üstelik ortada durum kontrol altında diyen bir siyasi otorite de yok. Hükümet sözcüsü Numan Kurtulmuş diyor ki;
“Bundan sonra da suikastlar, canlı bombalar, vesaireler bunlar devam edebilir... ‘Aman şu referandumda evet çıkmasın’ diye terör örgütlerini de kullanarak Türkiye’de bir korku atmosferi oluşturabilirler, halkı canından bezdirecek bir noktaya getirebilirler. Bununla ilgili her türlü tedbirlerimizi alıyoruz. Allah’ın izniyle referandumda büyük oranda ‘evet’ çıktıktan sonra da bu terör örgütleri, hiçbir şekilde sesi soluğu çıkmayacak noktaya gelirler. Bu motivasyonlarını da kaybederler.”

Konuşmayı dinleyince, bütün bu olanların sorumlusu parlamenter sistem gibi bir sonuca ulaşabilir insan! Öyle ya başkanlık sistemi terör sorununu çözüyorsa, çözemeyen parlamenter sistem demektir!

Bu açıklamayı skandal haline getiren nokta her türlü tedbiri alıyoruz dendikten sonra, suikastlar, canlı bomba saldırıları devam edebilir diye eklenmesi değil, her defasında onlarca insanın yaşamını yitirdiği terör eylemlerinden evet oyu devşirilmesidir. Denilen açık; “başkanlık çıkarsa terör örgütleri yılar, o nedenle başkanlık sistemini destekleyin.”

Normal işleyen bir demokraside hükümet sözcüsünün yapması gereken açıklama bellidir: “Referandum sürecinde halkımızın iradesinin teröre boyun eğdirilmesine izin vermeyeceğiz, kentlerimizde her türlü önlemi alarak, terörün değil, siyasetin referandum sürecini belirlemesini sağlayacağız.”

Kuşkusuz mevcut durumda bunu beklemek saflık olur. Olan açık; daha önceleri koalisyon hükümetleri/parlamenter sistem -ortada uzun süredir bir koalisyon hükümeti de yok ama- ekonomik istikrarsızlık yaratıyor deniliyordu; şimdi ona terör de eklenmiş oldu!

Anlaşılan o ki, önümüzdeki dönemde gerek ekonomik istikrarsızlık, gerekse terör ve savaş ortamı açısından kentler ve özellikle de büyük kentler önemli olmaya devam edecek. Buna ekonomik kriz ve istikrarsızlığın yaratacağı gerilim ve sorunları da katabilirsiniz.

Bu nedenle bütün bu siyasi koşulları geri plana alıp, önümüzdeki dönemde kentlere yeni bir gözlükle bakmak gerekecek. Türkiye’de soldan bakanların önemli bir bölümü kentleri yakın dönemde sermaye birikim süreçlerinde oynadığı roller açısından değerlendirdi. Kentlerin çeşitli parçalarına, gecekondu alanlarına, kamu arazilerine el konulma süreçlerine Marks’ın kapitalizmin hâkim hale gelişinde önemli rol oynadığını gösterdiği ‘ilkel birikim’ kavramı açısından bakıldı; zor yoluyla el koyma süreçlerinin AKP iktidarının inşasının ekonomik zeminini oluşturduğu vurgulandı.

Buradan yola çıkarak tam da rejim değişiminden söz ettiğimiz bir noktada, kentlerin sadece ilkel birikimin değil, ilkel siyasal birikimin de mekânı olduğu ve bu rolleriyle rejim değişikliği sürecinde kilit bir rol üstlenmekte olduklarını söyleyebilir miyiz?
Üzerinde daha sonra da duracağım tezim şu: kentler sadece ilkel sermaye birikiminin değil, aynı zamanda ilkel siyasal birikimin de mekânları; savaş, terör, şiddet bu birikim biçiminin önemli araçları ve çeşitli kesimler farklı amaçlarla bu araçları kullanıyorlar! Kentlere bu gözle bakınca, patlayan bombalar, can kayıpları, yıkımlar bir yandan bir kentsel kırım anlamına gelebilir; ama bütün bu yıkım aynı zamanda bir birikime, siyasal birikime işaret ediyor olabilir!

Tüm ilkel birikimler gibi, kanlı bir birikime…