Bir eski zaman anarşisti olan Tao efendimizin ilgileneceğini bilsem yazının başlığını “Medet ya yüce Tao!” diye yazardım

Bir eski zaman anarşisti olan Tao efendimizin ilgileneceğini bilsem yazının başlığını “Medet ya yüce Tao!” diye yazardım. Belki eylediği himmet aşkına Taoist bile olurdum. Zira bu inşaat işlerinden artık bezdim. Ben kaçtıkça o peşim sıra geliyor. Ben yokken yine yakınıma gelmiş.


Bir aydır HK’den uzaktım. Geri döndüğümde, üç yıldır oturduğum sokakta bir an “acaba yanlış sokağa mı girdim” şaşkınlığı yaşadım. Ben Çin’deyken sokağın başındaki on iki katlı binayı yıkmışlar. Yerine kırk katlı bir dev dikeceklermiş.
Buraya geldiğimden beri bu şehir enine ve dikine büyüyor. Bazen buraya ilk geldiğim zamanlarda geceleri olta attığım ve el ayak çekilen saatlerde “derdimi ummana döktüğüm*” sahillerde dolaşmaya çıkıyorum. Fakat benim özlediğim o okyanus kıyıları artık yok: Denizi doldurdular ve üstüne kırk katlı binalar diktiler. Denizi doldurmak bu şehirde fazladan yer kazanmanın en ucuz yolu.


Mantar gibi biten 40-80 katlı binaları gördükçe, bazen aklımdan “Nüfus geometrik artmıyor, gelir de öyle. Peki bu kadar bina ne işe yarıyor” diye bir soru geçerdi. Ne de olsa serde Türklük var… Birkaç ay önce okuduğum ve inşaat lobisi marifetiyle yapıldığını düşündüğüm bir haber bu soruma kısmen cevap oldu. Haber, Çin’e gelen firma sayısının giderek arttığından, HK’nin bu firmalar (ve Çin firmaları) için üs haline geldiğinden ve firmaların ofis bulmakta zorluk yaşadıklarından bahsediyordu. Ekonomiden anlamasam da, haberin “yatırım için ofis satın alın” mesajını anlayabiliyorum. Yoksa kimsenin ofis bulmakta zorlandığı falan yok.


HK’de en iyi yatırımın gayrimenkul olduğu söylenir. Bazen HK ahalisi sanki sadece para kazanmak/biriktirmek ve gayrimenkul satın almak için yaşıyormuş gibime gelir. Bizim sokaktaki Çinli bakkal dost bu yaşta günde en az 18 saat çalışarak biriktirdiği para ile bir ev daha satın almış. Haberi verirken sevinçten gözleri parlıyordu. “Bu yaşında artık dünyayı gezmeye de biraz zaman ayırsan” dediğimde, “Burası HK” dedi, burada hayat böyle der gibi. Ömrünün geri kalanını artık banka kredisini ödemek için harcarsın demek geldi dilimin ucuna.


Şehrin on yıl önceki hali daha sakin ve güzeldi. Her şeyin yenisi için deli olan HK aklının elinden kurtulan eski alanlar, ada tarafındaki “Stanley Market” ve Kowloon tarafındaki Jordan bölgeleri. Bu yerler turist akınına uğruyor. İnşaat firmaları bu bölgeleri ucundan kıyısından dişlemeye kalksalar bile, fazla yanaşamıyorlar. Burada öyle imar dalavereleri, yasa oyunları, zorbanın ve açgözlü aile efradının talan aşkı ile bir bölge imara açılamaz. Burası hırsız uğursuzlar için yağmacılık yapmaya uygun bir yer değil.


Velhasıl, burada inşaattan kaçış yok. Böyle giderse şehri elli yılda bir yıkıp yeni baştan yapacaklar. Ne de olsa doldurulacak kocaman bir okyanus var. Artık üretimi olmayan ve ekonomisi inşaat, finans ve kısmen ticarete dayalı “bir şehrin hikâyesi” işte…

KOKULU ŞEHİR
Mine Kırıkkanat son iki yazısında İstanbul’un lağım koktuğundan bahsetti. İstanbul’dan yeni dönen bir Çinli arkadaşım çekinerek “İstanbul lağım kokuyor. Bizi deniz kıyısında bir yere götürdüler ama kokudan yemek yiyemedim” dedi. İçimden bu “Yeni Türkiye”nin kokusu demek geldi… Şu haliyle bile b.k kokan bir şehir daha büyüdüğünde kokmakla kalır mı acaba. Şehirden yayılan b.k kokusunun malum yağmacıların ruhuna sineceğinden eminim. Dünyada “B.k kokan şehir” diye tanınması çok yakındır, hem de bu hale gelmesinden sorumlu olan o hırsız uğursuzun adıyla birlikte…
*Şerif İçli’nin hicaz bestesi: Derdimi ummana (engin deniz) döktüm.