Nedense Türkiye’de kadının sokağa inmesinin son yirmi yılı birden film şeridi gibi gözümün önünden hızla akıp geçti kimin ya da hangi kadının haddineydi bırakın şehir dışını, yaşadığı şehirde mitinge gitmek

Kimi günler sabah saatlerinde yürüyüş yaptığım parkın kapısında o gün kadınlar birikmişti. Aralarında genç kızlar da vardı. Ama genellikle yaşı kemale ermiş kadınlardı çoğunluğu. Bir yerlere gidecekleri belliydi. Evlerinden getirdikleri ya da yol üzerindeki fırından aldıkları çörek, simit ve ekmeklerine, parkın kafesinden çayı da katmışlardı kimileri. O arada otobüsler de dizilmişti parkın yan kapısındaki yolun kenarına. Dayanamayıp sordum yanından ilk yürüyerek geçtiğime. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle Urfa’nın Suruç İlçesine gidiyorlarmış. Miting sadece kadınlara “tahsisli”ymiş. Bunu özellikle vurguluyorlardı. “Vay be!” dedim kendime çok da sorduğum kadına duyurmadan. Kadınlar artık erkekleri yanlarına katmadan miting de yapıyorlardı ha! Sonraki gün öğrendim ki; Diyarbakır merkez olmak kaydıyla bölgede 8 Mart nedeniyle hafta süresince yapılan birçok etkinlik, yalnız ve yalnız kadınlara “aitmiş”.
Aldınız mı başınıza “belayı” ey erkek milleti dedim, yine kendime!
Nedense Türkiye’de kadının sokağa inmesinin son yirmi yılı birden film şeridi gibi gözümün önünden hızla akıp geçti. Kimin ya da hangi kadının haddineydi bırakın şehir dışını, yaşadığı şehirde mitinge gitmek. Ya da şimdi için çok uç örnek olacak ama “kocasından” izin almadan sokağa çıkacak! Hele hele bizim yaşadığımız doğu coğrafyasında. Doğrusu olacak iş değildi.

Ama oldu işte…
İstediği kadar kimi aklıevveller cumhuriyetle birlikte kadınlara kimi hakların verildiğini, cumhuriyetin bu manada kadın hakları açısından çok “verimkâr” hatta “hak teslim eden” bir rejim olduğunu söyleyedursunlar! Bana göre tek kelimeyle seçkinci, elitist bir anlayışı aşmayan kararlar manzumesi olarak kaldı kadına yönelik yapılanlar ve yapılmak istenenler. “Cumhuriyet kadını” deyince, süslü püslü, binbir afra tafrayla gar de rop teşhiri tayyörünün ötesine geçmeyen ve de “başı açıklığını” adeta cumhuriyetin simgeselliğinin olmazı olmazı gibi vurgulayan kimi kadın derneklerinin zaman zaman cumhuriyete destek atışları manasındaki duruşlarıydı görselliğe yansıyan.
Gördüğümüz kadınların hemen hiçbiri bizlerin sahici analarımız, bacılarımız gibi durmuyordu ne gazete sayfalarında ne de bu türden birliktelikleri bizlere yansıtan medyada. Sanki bir yerlerden taşınıp, devşirilip getirilmişler ve “sizden istediğimiz böyle kadınlar olmanız ve böyle kadınlara sahip olmanız” dedirtircesine idi. Bir kalıp, format vardı. Ve o formatın içine yerleştirilmeye çalışılan koca ülke nüfusunun neredeyse yarısı kadar da kadınlar vardı.
Evet, ne olduysa oldu işte…

Evinde “hanım hanımcık” oturanlar, yok artık bugünden sonra “oturmayacağız evlerimizde” dediler. Madem bu ülkenin garip sancılarını kadınlar olarak en çok biz çekiyoruz. Çocuklarımız mahpusa düştüğünde mahpushane kapılarında “dil bilmez, yol bilmezler” olarak en çok biz kadınlar mahpus kapısında hayatı öğrenerek bir yerlerinden tutunmaya çalışıyoruz. Çocuklarımız ölmesin, öldürülmesin diye evlerimizde kapı arkalarında sadece “dua ederek” sabırla beklemenin yetmeyeceğini bilerek “kan dökülmesin” diyoruz, demeye getiriyoruz. Gencecik fidanlarımızın ölülerine dahi ulaşmada binbir eziyetle karşılaşıyoruz. Ya da bu tuhaf ülke, genç ölüler üzerinden “milli kalkışmanın” siyasal kavgalarına meydan oluyorsa “Biz kadınlara düşen / değen” bir şeyler var ve olmalı demeye getirdiler.
Ve sokağa döküldüler…
İşte Türkiye’nin 2008 yılının Martının ilk haftasında “Manzara-yi Umumiyesi” budur. Manzara-yi Umumi’yi başka yerlerde aramak da sormak da nafile. Kadınlar sokağa indi.

Düne kadar kadınlar “Hanım hanımcık” evlerinde oturuyorlardı. Yemek pişirip çocuk bakıyorlardı. Şimdi başörtüleri ile ya da değil, rengârenk giysileri, sözleri, sloganları ve kelamlarıyla sokaktalar. Yani hayatın içindeler. Olması gerektiği yerdeler.
Galiba olması gereken tam da bu…
Kimilerine zor geliyor biliyorum ama sanırım alışmak, kendini alıştırmak gerek bu yeni duruma. Hani benden söylemesi, “Hayat, müşterektir” diye ağızlara pelesenk edilen bir erkek sloganı vardı ya! Tam da o erkeksi ve işe gelindiği gibi, sloganın bıraktığı noktadan hayatı, o müşterek olan hayatı koptuğu yerden ilmeklemek adına; evet hayat müşterektir ey erkek milleti gördüğünüz gibi kadınlar artık sarılı, kırmızılı, beyazlı yeşilli başörtüleriyle meclise kadar giriyor ve size mesaj yolluyorlar başörtülerinin renkleriyle. Bilmem farkında mısınız?
Kutlu ve mutlu olsun kadınlar, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününde ve diğer günlerde…