Sansür bizde Osmanlı’dan gelen bir gelenektir. Bu geleneğe göre her türlü  siyasi iktidarın en büyük marifeti kendince bellediği kötü

Sansür bizde Osmanlı’dan gelen bir gelenektir. Bu geleneğe göre her türlü  siyasi iktidarın en büyük marifeti kendince bellediği kötü-maraz-zararlı olanı yasaklamak, sürgün etmek, canına kast etmektir. Cumhuriyet döneminde bu gelenek açıkça devam etmiştir, tek değişen şekilleridir.
Sansürün birinci savunma maddesi, ahlak kodu altında özellikle cinsellik vurgusunda bulunmasıdır. Kendini meşrulaştırmak için toplumun geleneklerinden, dininden ve özellikle çocukların korunmasından söz ederler. Bunun yanında özellikle faşistlerin ve İslamo-faşistlerin dillerinden düşürmedikleri bir başka önerme ise kökü-dışarıda ideolojilerle gençliğin beyninin yıkanmasını engellemektir.
Belirli açılardan kendilerini manevi değerleri korumakla görevlendirmişlerdir. Ancak bütün bunların tümü resmi tarihin savlarıdır. Eğer hakikati araştırırsak, yani gerçek tarihi araştırırsak ne olur?
Birincisi maneviyatı savunan insanların tarihi açıklandığı zaman birer skandala dönüşecek inanılmaz derecede büyük ahlaksızlıklara ev sahipliği yapmıştır. Örneğin Necip Fazıl Kısakürek’in maddi olarak ne gibi ilişkilere girdiği, pavyon düşkünlüğü, kumar düşkünlüğü… say say bitmez. Örneğin bir başka maneviyatçı Erbakan’ı ele alalım, hem ticari hayatı hem de siyasi hayatı bir sürü yalanlarla doludur. Örneğin Erbakan gerçekte hiçbir karşılığı olmayan yüzlerce temel atmış birisidir.
Menderes’in ise özel hayatını bir kenara bırakalım, siyasi hamleleri ve uluslararası arenada Türkiye’nin bağımsızlığını  açıkça ihlal eden, hatta ülkemizi ikinci sınıf bir manda ülkesine dönüştüren birçok gizli anlaşma yapmıştır. Para konularında kirli ödeneklerle örtülü olarak yaptıkları ise inanılmaz şeylerdir.
Cumhuriyet’in ilk dönemi boyunca da bu işler değişmez: Sansür halkın ahlakını korumak için değil, siyasi iktidarların gerçek yüzlerini halka göstermeyi yasaklamak için icat edilmiştir. Sansür halkı korumak için değil, sistematik olarak halkın gerçekleri öğrenmesini önlemek için yasallaştırılmış ikiyüzlü bir edimdir. Kaçınılmaz olarak ceberuttur.
Ülkemizde sansür için binbir örnek verilir: ancak asıl yasaklanması gereken, hatta en hayâsızı olanlar maneviyatçı olduğu söylenen filmlerdir. Çünkü sevgili dostlar, gerçek çok acıdır, bu tür filmler insanların inançlarını paraya tahvil etmek için, söylenmiş yalanlarla doludur. Örneğin 1950’li yıllarda Demokrat Parti döneminde yapılmaya başlanan tuhaf hazretli filmlerin gösterimi sırasında, filmin seyredilip oynadığı sinemanın etrafında 7 kez dolaşıldığında insanların hacı olacaklarını bile söylemişlerdir. Kaldı ki bu maneviyatçı filmlerin gerçekçilikten, hakikatten oluşan hemen hiçbir yönleri yoktu.
Aslında sansür dediğimiz şey, sistematik olarak yalandan örülü bir hâle yaratmaktan başka hiçbir sonuç doğurmaz. Daha acısı Türkiye’nin 20. yüzyılını incelediğimizde, edebiyat-şiir-sinema gibi çok etkili olmuş üç sanat dalının tümü inanılmaz sansür vakalarıyla doludur. Buna karşın toplumun ahlakını bozan şeyleri sansürlemeyi bırakın, asıl ticari getirisi olan şeylerde ortaya çıkmıştır. Sansür maneviyatı korumak için değil, siyasi baskı yapmak ve statükoyu korumak için yapılır. Statükoyu korumak için ise bundan nemalanan bir dizi yardakçı ve yalakacı üretir. Daha da önemlisi Türkiye’de sansürün tarihi incelendiğinde sansür etme biçimlerinin bizzat kendisinin ahlaksız olduğu görülür: çünkü sansür gerekçeleri hiçbir zaman asıl sansür nedenini söylemez. Açıkça sansür etmeye karar verdikten sonra, buna inanılmaz gerekçeler sunar. Örneğin Batman’da Kürtçe dil dersleri verilmesini engellemek için, gelir kapıları ölçer, kanuna aykırı der, dersliği kapatır. Örneğin Doğan Holding’i sansürlemek için ticari baskıyı kullanır. Örneğin bir filmi sansür etmek için filmdeki başak tarlasının cılızlığını bahane gösterir. Örneğin ‘Vatan Yahut Silistre’ oyununu engellemek için vakti zamanında temel sansür ve sürgün nedeni; oyunun seyirci üzerinde çok etkili olmasıdır. Örneğin Yılmaz Güney’in 1970’li yıllarda filmlerini sansür etmek için güvenliği gerekçe gösterir, oysa bizzat güvenliği tehdit eden örgütler ve eylemler ile sansürü uygulayanlar içli dışlıydılar. Onun için Türkiye’de her yeni siyasi iktidarın açılımı iki yönlüdür; açıkça Karaman’ın koyunu sonra çıkar oyunu misali, önce geçmişe ilişkin bir suçluluk ve rezillik tablosu çizer, ardından onlardan bin kat fazlasını kendisi icra eder.
Siyasi hükümetlerden örneğin Menderes ve Tayyip Erdoğan’ın ortak özelliği şudur: İlk gelişlerinde bir özgürlük söylemi kullanır, ardından kimsenin cüret edemeyeceği baskıları sistematik olarak kullanır. Neredeyse iktidarın mantığı ve gücü birleşip açık kollamaya çalışır. Sansür ikiyüzlülük yaratmak ve bu ikiyüzlülükten nemalanan geniş bir kesim yaratmak, aynı zamanda bir kesimi yalakalaştırmaktan başka hiçbir pozitif yönü olmayan bir şeydir. Toplumun kendisine inancını yitirmesini sağlamak, kendisi hakkında “biz adam olmayız” dedirtmekten başka da bir pozitif yönü ise statükoyu devam ettirmesidir. Ama ne pahasına? Sansür edilenler biriktikçe iktidarın ya da statükonun rezillikleri ölçüsüzleşir, hepsi bu.