Önce marketler, sonra süper marketler, en sonunda da hiperleri dünyamıza girdi. Ama işin en başından bu yana hanelerimizin adeta aileden biri gibi algılanan...

Önce marketler, sonra süper marketler, en sonunda da hiperleri dünyamıza girdi. Ama işin en başından bu yana hanelerimizin adeta aileden biri gibi algılanan mahalle bakkalları hâla direniyorlar. Bilmem haberiniz var mı?

Doğrusu, Galatasaray’ın 17. kez Türkiye Liglerindeki kupayı alma gösterilerini Diyarbakır’dan izlerken nereden aklıma takıldıysa 80’li yıllarla birlikte hayatımıza giren başlıktaki ifadeyi anımsadım. Bir vesile ile aslında kendisi de artık bir “marka” olan Galatasaray’ın, Fenerbahçe’den farkını da düşünürken, sanki başlıktaki ifade oturur gibi geldi. Tabii ki bakkalın süpermarkete karşı “kahramanca” direnişine karşın, düzen tutmaz “düzensizliğini” de, Galatasaray’ın bu sezonki ve geçici olduğuna inanmak istediğim “başıbozukluğunu” da gözardı etmeden…

10 Mayıs Cumartesi akşamı sadece canlıyayınla maç sonrası görüntüleri veren televizyon kanalları değil, heyecanı paylaşan Diyarbakır’ın Ofis semti de karnaval havasındaydı. Sadece o akşamla sınırlı da kalmamıştı. Üç hafta önceki Fener maçının galibiyetinden bu yana her Galatasaray maçı sonrası hemen aynı görüntüler ortaya çıkıyordu. Tabii şampiyonluğun ilan edildiği son haftaki görüntüler bir başkaydı elbette…

Peki, ne olmuştu da Galatasaray bu sonuca ulaşmıştı!

2007–2008 liginde 6 maçını seyircisiz oynamıştı Galatasaray, bu alenen bilinenlerdendi.

Galatasaray son altı maçını ünlü Alman Hocaları Feldkamp’ın istifa ederek ayrılması sonucu adı, sanı pek de duyulmamış bir hoca, Cevat Gülerle tamamlamıştı. Adeta bir spor emekçisi olarak kabul gören, Cevat Güler de, bu güvenin hakkını teslim edip altıda altı yaparak, Galatasaray’ın sahasında ya da deplasmanda altı maçı da galibiyetle almasını sağlayarak tarihe geçmişti.

Avrupa’da ilk sekiz takım arasına giren Fenerbahçe gibi “süper marka” bir takıma, dile kolay altı puan fark atarak sessiz sedasız lig şampiyonu olmak herhalde en fazla Galatasaray’a has bir ayrıcalık gibi duruyordu.

Galatasaray’ın finansman olarak Fenerbahçe’ye göre daha mütevazı kadrosunun yanında, bir önceki yılın küme düşen takımlarından en az 5 genç oyuncu ile bu yılki ligde başarılı bir performans sergileyerek “İşte ben buyum” demesi ve şampiyon olması sanki bir başka açıdan inanç ve kadercilik perspektifini sergileyen zaman zaman alışveriş ettiğim Fenerbahçe taraftarı bir mahalle bakkalının bakışında zuhur ediyor gibiydi: “Bizimkilerin (Fenerbahçeliler) hepsi yabancı. ‘Gâvur’ kanı taşıyorlar ne de olsa! Rakibimiz Galatasaray’ın ise hemen hepsi yerli, yani Müslüman. Belki bu sebeple kaybettik.” Sanki günümüz geçer akçe ve her meseleye inanç temelli bakmak perspektifine esnaf mantığı ile bakışının ironisi gibi duruyordu…

Bu şekilde kaderci bakmayıp da bir başka ruh açısından bakmaya gönderme ise, şu realite olmalıydı belki de! Şampiyonlukta emeği geçen Ayhan ve Servet gibi oyuncular incelemeye alınırsa ortaya şu gerçek çıkıyordu. Ayhan yıllar önce Beşiktaş’ta yedek, Servet ise Fener’de yedekti. Bu iki eski yedeğin Galatasaray’ın şampiyonluğundaki başarıları, diğer ekip arkadaşları ile birlikte inanç ve kararlılık, bir de Galatasaraylıların sıkça telaffuz ettikleri “ekip ruhu”nda gizliydi sanki…

Peki, o halde şöyle bakmak mümkün olabilir miydi? Galatasaray 100 yıllık bir Türkiye takımıydı. İstanbul’da çok büyük heyecanlar yaşanması doğaldı da! Belli ölçülerde kalmak kaydıyla, Diyarbakır ya da başka bir şehir de, Galatasaray veya üç büyüklerden bir başkasının şampiyonluğuna ilgi gösterebilirdi. Ama ilginin dozunun Diyarbakır açısından farkını, yüksek dozunu neye yormak gerekirdi! Onca yoğun ilginin ardında yatan neydi, diye sorulabilir. Birçok nedeni olmakla birlikte ilk ağızdan sayılabilecek ve öne çıkan birkaç gerekçe vardı kanımca Diyarbakır’ın Galatasaray ilgisine mazhar olan.

Birincisi, naçizane kendim de çocukluktan beri (1960’lı yıllardan bu yana) Galatasaray taraftarı olmamın ilk ve belirleyici gizi, renklerine olan tutkumdur. Sarı ve Kırmızının bir araya gelmesinden oluşan dehşet renk armonisi ve renklerin cazibesi…

Diyarbakırlıları çeken bir başka etken de; özellikle 80’li yıllardan sonra, Fenerbahçe takımının taraftarlarının gerek Diyarbakırspor’a gerekse Diyarbakırlı taraftara siyaseten milliyetçi temelde “her daim” gösterdiği fanatik tepkici ve karşı duran siyasal tavrı halin, Fenerin tam da karşısında duran ezeli rakibi Galatasaray sempatisinde hatta yandaşlığında çoğu kez siyasal manada spor ötesi duygularla “Kürdi kimlik” de katılarak varlık bulması...

Tabi bu sahiplenmecilik Diyarbakır’da, ötekilerden farklı olarak kimi Anadolu kentlerinde görülen ilginin çoğu kez de siyaseten daha üst perdeden kabulünü de gündeme getiriyor elbette.

Her ne kadar da Diyarbakırspor’un geçtiğimiz yıl birinci ligden düşmesi sonucu, bir ikinci lig takımı olarak en azından yönetim nezdinde ve görünürde daha “devlet destekli” bir tarz sergilemesini beraberinde getirse de; iki takımlı sahiplenmecilik hâla sürüyor demek yanıltıcı olmaz, Diyarbakır adına. Bunun görünür yansımalarını kutlama akşamı tanık olunan, taraftarın “siyasal sloganlarında” da bulmak mümkündü…

Belki de durduk yerde oluşmayan, kökleri yılların derinliklerinden süzülerek gelip bugünlere yansıyan bu yüzü, maç akşamı şehrin Ofis semtinde birlikte kutlamaları izlediğimiz 8 yaşındaki oğlum Dengin’de de fark ettiğimi ifade edersem eminim yanlış olmaz: “Baba ben iki takım tutuyorum biliyor musun? Biri Galatasaray, diğeri de memleketimin takımı Diyarbakır. Çünkü ben Diyarbakırlıyım”.