Türkiye'de egemen zihniyet, siyaset üstyapısını diğer üstyapı kurumlarının üzerinde tayin edici bir aygıt olarak görür ve kurumsal yapılanmalarımız da,...

Türkiye'de egemen zihniyet, siyaset üstyapısını diğer üstyapı kurumlarının üzerinde tayin edici bir aygıt olarak görür ve kurumsal yapılanmalarımız da, yazık ki bu yönde teşekkül etmiştir. Bir başka deyişle, Türkiye'de, sivil olan ile üniformal olan arasındaki sınırı tayin etmek hayli müşkildir.

Hal böyle olunca, siyasi temayüller büyük ölçüde aidiyet esası içerir. Şeyh ile mürit yahut patron ile işçi ikilemi, en çok da kanaat önderliği mekanizması içerisinde üniformalize olmuştur. Siyasi parti liderlerinin kayıtsız şartsız kanaat önderi sayıldığı bu özürlü coğrafyada, silsileler halinde kendisini ifade eden bir hiyerarşik yapılanma da, bu zihniyetin kaçınılmaz sonucu olarak kendisini gösterir.

Kamu tiyatrolarında bürokratik düzenlemelerin olumsuz etkilerinin artarak hissedildiği bir dönemde, önümüzü görmek için durum tesbiti yapmamızda yarar var. 'Temel prensip', sanatın herhangi bir disiplininin, siyasi komiserliğe ve dahi ahlak komiserliğine gereksinimi olmadığı gerçeğinin kayıtsız şartsız kabulüdür.

'Praksis', ilkokulda müsamereye çıkartılan her tombalak oğlan çocuğunun içinde şaşkın bir sanatseverin yattığıdır. 'Olgu', umumi kültür ve muasır medeniyetler seviyesi için muhtaç olduğumuz sanatsal faaliyetlerin sınıflandırılıp tanzim edilmesi işine, bu ilkokulda müsamereye çıkartılan oğlan çocukları dünden taliptir. 'Öyleyse'; siyasal erk ile tiyatro ilişkisi, bu coğrafyada oldum olası özürlü bir ilişkidir.

Ödenekli ve özel tiyatro ayrımı tümüyle uydurma, yapay bir ayrımdır bana sorarsanız. Hangi dilde böyle bir ayrım vardır, onu da bilmiyorum. Ha, ticari tiyatro derseniz, o başka. Düşüncemizin cisim bulmasını sağlayan dilimizdeki kirlilikleri aşmadan hiçbir iş yapamayacağımız gerçeğinden hareketle, düzeltmeyi deniyorum: Ödenekli tiyatro kavramı, cumhuriyetimizin kuruluş yıllarındaki felsefesine uygun olarak, üstadımız Muhsin Ertuğrul'un kısmen alıntılayıp çoklukla icat ettiği bir modeli ifade eder ki bunun adı, "uzun ömürlü bir tiyatromuz olsun da nasıl olursa olsun"dur. 0 günün realitesine fevkalade uygun bu model, güçlü sanatsal kimliklerin varlığı oranında bir muhtariyet taşısa da, sonuçta, bağışıklık sistemi çöktüğü gün her türlü tehlikeye maruzdur, bittecrübe sabit.

'Ne yapmalıyız?' Sanatsal özerklik hadisesini taşıyan sütunlar esasında sayılıdır, en iyi bilenlerdenim. Meseleyi sürgit bu hakik insanlar taşıyamaz. Sistem, bütünüyle reorganize edilmek zorundadır. Nihayetinde, terbiyesi gelişkin bir toplumda yaşamıyoruz.

'Öyleyse'; evdeki bulguru kaybetme tehlikesini bertaraf ederek Dimyat'a pirince nasıl gideceğiz? Birer kamu kuruluşu niteliğindeki iki büyük tiyatro ve bağlaşık yapılanmalara aktarılan kamu kaynağının tiyatro sanatına sistemli olarak akışını sağlayacak yasal düzenlemeleri nasıl gerçekleştireceğiz? Denizin bittiği yerde ilkin bunu konuşmalıyız.

Britanya'daki Arts Counsil modeli bir Özerk Sanat Konseyi mi olur; Fransa'daki Kültür Bakanlığının yerel masaları modeline geçilip bu bakanlığa ayrılan bütçe hiç değilse beş-altı katına mı çıkartılır; ABD'nin vergi sistemine dayandırılmış sübvansiyon modeli mi bize daha yatkındır, yoksa Osmanlı usulü Vakıfçılıkla mı doğru sisteme kavuşuruz, bütün bunları oturur konuşuruz.

Bugün büyük istihdam, mek,n, prodüksiyon olanaklarıyla Türkiye tiyatrosunun yüzde doksanını oluşturan kamu tiyatrolarının üzerlerinde dolaşan kara bulutlara yenilerini eklemenin bir yararı olacağını zannetmiyorum. Köktenci çözümlerden ürküntü duymak için hayli ülke birikimim de var. Pozitif bir dönüştürme modeli için ise, akılların ve, killerin meclisi bir an önce toplanmalı.