Ülkenin ilköğretimini tasarlayan bazı tuhaf “beyinler” Seviye Belirleme Sınavı (SBS) diye bir şey uydurdular. Uygulama öncesinde ve uygulama sırasında...

Ülkenin ilköğretimini tasarlayan bazı tuhaf “beyinler” Seviye Belirleme Sınavı (SBS) diye bir şey uydurdular. Uygulama öncesinde ve uygulama sırasında akıl izan sahibi insanlar olanca sesleriyle haykırdılar; yanlıştır, sakıncalıdır, çözüm değildir, diye. Dinleyen kim? Ne zaman ki çığlıklar görmemezlikten gelinemeyecek hale geldi, ilgili bakan, üzgün, ciddi/sorumluluk sahibi/acılı bir yüz ifadesi takınarak uygulamanın “tedricen” kaldırıldığını duyurdu.
Ne demek tedricen? Şu anda olumsuzluğu kabul edilen bu uygulamaya devam edilecek. Ancak 6. sınıfa bu yıl başlayanlar için uygulanmayacak. Bu denli yanlışsa niye tedricen? Çözüm yoksunu beyinler mi var karar mekanizmalarının merkezinde? Oysa, 6. ve 7. sınıflar için ara çözüm bulunabilir. Nasılsa hepsi aynı sınava girdi. Bu verileri  8. sınıfın sonundaki sınavda “katsayı” gibi kullanmak pekala mümkün. Yanlışı niye iki yıl daha sürdüreceksin?
Bu denli yanlış uygulamayı başlatanların yasal sorumlulukları yok mu? Olmalı. Çünkü en yetkili ağız, uygulamanın yanlışlığını “itiraf etti.” İtiraf uygun yasal koşullarda elde edildiğinde kesin delil niteliğindedir. Bakan itirafta bulunurken, çevrede açık ya da gizli, maddi ya da psikolojik bir baskı, işkence işareti yoktu. Hepsine ülkece tanık olduk. Tanıklık da önemli bir kanıtlama yoludur!
Bütün bunlar, görünüşte, yanlışlıkla yapılmış “yanlışlar” gibi gelebilir. Keşke öyle olsa...
Bir SBS sınavında 12 yaşındaki çocuklara şu veriler veriliyor; Karahanlılar döneminde, İslamiyet resmî din, Türkçe resmî dil olarak benimsenmiş, Kaşgarlı Mahmut, Divan-ü Lügati’t-Türk’ü yazmış, Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig’i. Soruyla, bu verilere göre çıkartılacak ortak yargının ne olduğu soruluyor. Dört seçenek içinden doğru olan “Türk-İslam Kültürü’nün temelleri Karahanlılar Dönemi’nde atılmıştır.”
Milli Eğitimi düzenleyenlerin derdi, çocuklar ve çocuklukları değil. Bilinçli bir seçim olarak, Türk-İslam sentezine ilişkin bir değerler sistemi yaratmak.
Değerler sistemi içinde en geniş anlamıyla demokrasi ve insan referans noktası olmaktan çıktığında çocuk da çocuk olarak algılanmaz. Çocuk, “terörist” olur, “tinerci” olur. SBS örneğindeki “kurban-denek” olması da, aynı düşünce ürününün ve aynı politik tasarımın sonucudur.
Amaç, eğitimi iyileştirmek değil, mevcut otoriteyi/iktidarı güçlendirmek. Eğitme, öğretme derdi asli değil, ikincil hale geliyor. Son amaç, referans ilahi olunca sonuç da böyle olur; çocuk  önemsizleşir. İlahi bir güç karşısındaki insanın güçsüzlüğü kurgusu gibi.
Bu yaklaşım tarzına salt eğitim alanında rastlanmıyor. Benzer örnekleri başka alanlarda da görüyoruz. En göz önünde olan ise TRT’nin programları. Çoğunda, “Türk-İslam/Yeni Osmanlıcılık” inşaa sürecine katkı çabası var. Çocuk programında, Keloğlan Türk-İslam sentezi doğrultusunda Kerametoğlan oluyor. Kerametler gösteren bir ulviyete büründürülüyor. Masalın kendi naif gerçeküstülüğünün yerini, Türk-İslam sentezci kerametler alıyor. Güldürü programında bile benzer bir üst dil kullanılıyor.
Bir de şu var; Divan-ü Lügat’i-t Türk’ü düşünsel bütünün bir ana unsuru gibi kullananlar, bir de bu kitabı okusalar. O zaman, dile ilişkin eleştirileri daha akdemik olurdu en azından. “Götürgeç, gökgötürü konuksal avrat” gibi sığlıkla dolu “öztürkçecilik” eleştirileri yapılmazdı.
Muhafazakârlaşma tartışmaları hâlâ güncel. Muhafazakârlaşma, çevreden, uzaktan değil tam merkezden, göbekten; çocuktan gerçekleştiriliyor.
Haftanın dizesi; “qışga anun kelse qalı qutluk yay; Kış için hazırlan, gelse de kutlu yaz” (D.L.-Türk, Seçkin Erdi- Serap T. Yurteser, Kabalcı Y.)