Anladığınız ve anlatmaya çalıştığınız tek kelimeyle beslendiğiniz ve ata kültürünüzde olan özlü sözlerinizdir; “Kol Kırılır. Yen İçinde Kalır” (mı)? Bu kez kalmadı...

Doğu toplumlarının olmazsa olmazıdır. Ne yaparsan yapacaksın, ama yaptığını fark ettirmeyeceksin. Ve bu “icraatın” en özgün sözü, kelamıdır. Kol Kırılır, kırılan kol yen içinde kalır. Dışarıya ifşa edilmez. Dışarıdaki, yenilen haltı, bir şekilde kullanmasın diye.
Malumu, ayanla beyandır. Bu yılki Newroz kutlamaları kimi şehirlerde Newroz günü olan 21 Martın dışındaki tatil günlerinde kutlandı. Aslında insanlar gönüllerince, bir bayram sevinci içinde kutlayamadılar, desek sanırım daha doğru bir cümle kurmuş oluruz.

Kimi Valiler, pek gönüllerince olmasa da; Newroz’a izin vererek, Newroz günü geçmiş yıllardaki gibi yaşanabilecek muhtemel çatışmaların önünü kestiler, Diyarbakır ve Batman bunlara olumlu örnekti. Kimi valiler de aksine davranıp izin vermeyerek adeta ateşin üzerine körükle gittiler. Van, Siirt ve Hakkâri de bu olumsuz kategoriye giren örneklerdi. Sonuç da kutlanmak istenen altı üstü bir bayramdı. Varsın diğer bütün bayramlarda olduğu gibi bayramını kutlamak isteyenin iki kelamı fazla olsun. Ne olurdu. Ama anlaşılan öyle değildi. Newrozların coşkulu ve patırtısız gürültüsüz kutlanması kimi devlet yöneticilerinin işine gelmiyordu. Kendilerince “alışıldık çatışmalı” Nevroz görüntüleri üzerinden şiddete endeksli politika üretmek, ya da politika üretenlere malzeme sunmak daha cazipti anlaşılan. Yoksa neden durduk yerde bir yönetici kendi ayağına kurşun sıkacak, medyaya da yansıyan ayan beyan gerginlikleri paylaşan bu türden “işleri” yapardı ki!
Ama yapıyorlardı işte. Burası Türkiye’ydi.

Doğrusu 21 Mart günü, sabah katılımcısı olduğum Diyarbakır Newroz’unu akşam da televizyon kanallarından izlerken içim ferahlasa da, bir yandan da bir ve iki sonraki günler, diğer bölge şehirlerinde kutlanacak olan Newrozlarla ilgili de elim yüreğimdeydi. Nitekim beklenen de oldu. Aklıselim egemen olmadı. Valiler anlayış göstermedi. Daha da ötesi kimi bürokratlar, bırakınız sıradan vatandaşı, seçilmiş belediye başkanları ve milletvekillerini bile hırpalayıp alenen “Sizler PKK’ye terör örgütü demediğiniz müddetçe elinizi dahi sıkmayacağız” dediler. Koca koca bakanlar, başbakan, meclis başkanı da, bu türden kelamları eden bürokratlarına öylece uzaktan sadece bakakaldılar…

Akabinde de coplar, gaz bombaları, panzerler ve silahlar konuştu. Ölümler (en son bilgi üç ölü), günlerce süren tartışmalar, kepenk kapatmalar ve diğerlerinin hepsi bir yana. En çok da Hakkârili 15 yaşındaki bir çocuğun gazetede izlediğim sonra da televizyon kanallarına ve internet dünyasına yansıyan 4 karelik görüntüsü beni günlerce düşündürdü. Sivil bir polis memuru uzak bir noktadan çocuğu yanına katmış getiriyor. Sağında ve solunda elleri uzunca coplu silahlı iki polis daha var. Önce kısa bir şeyler konuşuyorlar kendi aralarında. Sonra basit bir el hareketiyle çocuğun sağ kolu arkadan ters çevrilip ensesiyle birleşiyor. Kolu bükülen çocuğun yüzü önce ayaklarına bakıyor. Sonra kameraya, acılar içinde olduğu çocuğun yüzünde aşikâr. Kolu büken sivil polis memuru ise etrafı gözetlemekle meşgul…
O an herkes hemfikir kol kırılmıştır, diye. Sonraki günlerde savcı açıklaması haberlere düşüyor. Kırılan kol, yok! İstediği kadar sayın savcı kol kırılmamıştır diye bağıradursun. Fotoğraf kareleri ve polisin ölçüsüz güç kullanma gayreti olanca çıplaklığı ile yansımıştır kameralara.

O görüntüleri izleyen herkes kendi kavlince bir yorum elbette yapmıştır da. Ben olduğundan başka şeyler düşündüm. Nedense aklıma Filistin’deki bir sokak çatışmasında babasının koruması altındaki çocuğun çatışma anındaki görüntüsü geldi. Sonra da o görüntünün medyaya yansıyan ve sonrasının tartışmalarını ve kamuoyu oluşturulma gayretlerini anımsadım. Sadece o günlerde değil, yıllar sonra bile Müslümanlık, din kardeşliği adına “Filistin Halkıyla Dayanışma” örgütlenmesi yaptığını savlayan birçok “İslami teşekkül” o görüntüleri duygusal malzeme yapmaktan hiç ama hiç kaçınmadı.

Düşündüm ve hala düşünüyorum. Ey İslam adına politika yapanlar, ey İslam adına sivil toplumculuk yapanlar o kolu bükülürken acı içinde kıvranan sonra da tutuklanıp içeri tıkılan 15 yaşındaki çocuk ve diğer çocuklar acaba hangi dine mensup?
Muhtemelen kendi mensubiyetlerinin dışında görüyorlar ki; bakın İstanbul Mazlum Der yöneticisi Avukat Edip Polat, Demokratik Toplum Partisi milletvekili Emine Ayna’nın “Newroz Bayramı Kürtlerin geleneği ve kültürüdür. Kürtler ne olursa olsun Newroz Bayramından vazgeçmezler. Kurban bayramından vazgeçebilirler. Yine Ramazan bayramından da vazgeçebilirler. Ancak Newrozdan asla vazgeçmezler” sözlerine çok içerlemiş olacaklar ki! Hemen “Ayna, ayna söyle bize…” başlıklı basın açıklaması ile “Kürt halkı için İslam önemli bir kimliktir. DTP’nin İslam dininin iki temel bayramını ortadan kaldırmaya çalışarak(!), yerine başka bayramlar ikame etmeye çalışması.” sözleriyle Newrozlara dair gerçek yaklaşımlarının, “din varsa, gerisi teferruattır” niyeti olduğu orta yerde aşikâr olmuştur.

Dini referans gösterip ülkeyi yönetenlere de, dinden beslenip sivil toplumculuk ve politika yapanlara da sorumun yanıtı da içerisinde olan devamı şudur: Sizin anladığınız ve anlatmaya çalıştığınız tek kelimeyle beslendiğiniz ve ata kültürünüzde olan özlü sözlerinizdir; “Kol Kırılır. Yen İçinde Kalır” (mı)? Bu kez kalmadı. Telaşınız bundandır. Bilmem haberiniz var mı?