Gittim, gördüm. Gördüklerimi belki başka bir yazıda aktarırım. Nasıl döndüğümü anlatmam gerek önce; yoğun yağış altında, Sütlüce

Gittim, gördüm. Gördüklerimi belki başka bir yazıda aktarırım. Nasıl döndüğümü anlatmam gerek önce; yoğun yağış altında, Sütlüce diyarlarından dönüş bir felaket. İstanbul’a iki damla yağmur yağınca zaten olanlar olur. O uzak diyarlara Haliç Kongre Merkezi açılmış. Olabilir, ille de seçkinler için ve seçkin muhitlerde kültür “şeyi” açmak gerekmez.
Binlerce insanın yüzlerce araba ile geleceği hiç öngörülmemiş, trafik bitik. Olağan trafik bir yana, çeşit çeşit bayraklı, flamalı, yanar döner ışıklı diplomat ve polis arabaları, yüksek zevat arabaları başlı başına bir kıyamet.
Denir ki, her zaman böyle açılış yapılmıyor, bu kadar olur. Hayır olmaz! İşin içine “kültür” girdiyse, kent kültürü, yol kültürü, ulaşım kültürü, yönetim kültürü... Hepsi eşgüdümlü olacak. Böyle bir mekânda, salt toprağın o parçasına o binayı kondurmak değil marifet. Çevresini de, yaklaşımını, ulaşımını da hesaplamak, buna uygun yapısal ve çevresel çözümü oluşturmak gerekir. Bu yapılırsa işte o zaman “Kütür Başkenti” bir “ünvan”,  boş bir “paye” olmaktan gerçekliğe dönüşür... Bu tür külliyelerin bir işlevi de budur zaten; böyle büyük açılışların sorunsuz ve insani ölçekte gerçekleşmesi!
Ben o Kültür “Şeyi” açılışının trafik cehenneminden kurtuldum. Kalanlar ne oldu bilmiyorum. Beni kurtaran Cebeci’ye giden belediye otobüsü. Allahtan kıyak takım elbisemin cebine, kapıdaki X-ray aygıtından geçerken avam görünme tehlikesine aldırmadan akbilimi koymuşum. Seyrantepe ve Alibeyköy minibüsleri, cama popo dayama doluluğuyla geçtiği için, uzaktaki durağa yürüyüp, Cebeci Mahallesi otobüsüne kendimi attım. Cebesi Mahallesi’nin yerini bilmiyorum, otobüsün nereye gittiğini de. Ama nereye giderse gitsin, buradan iyidir ve gittiğim yerde başka bir taşıt bulabilirim dedim, atladım.
İçerisi dopdoluydu. Kimsenin Kültür “şeyi” ile ilgisi ve haberi yok...  Çoğu işten, fazla mesaiden çıkmış evlerine dönen yorgun insanlar. Açılışla ilgili tek temas noktaları açılışın neden olduğu sıkışıklıktan ileri gelen sıkıntı ve kızgınlık. Bir yolcu ortaya, sıkışıklığın nedenini sordu, bir yanıt veren çıkmadı. Adam gene sordu; elimdeki çantada açılışa ilişkin ipuçları var. “Başkent” logosu vesaire.  “Kültür Başkenti”, diyecektim. “Kültür” dedim de başkentini getiremedim. Söven hatta ve bir döven çıkar diye, “Kültür şeyi var ya” dedim. Millet az çok anladı. Gerisini sormadı.
“Neredeyiz” dedim, ortaya. “Sünnet Köprüsü” dedi birisi. İlk durakta atladım. Topuğuma kadar suya bastım. Olsun. Memleket suyu kirletmez: Kabalık, nobranlık, kültürsüzlük ve had bilmezlik kirletir...
Gelelim döndüğüm yere: Açılış için Yekta Kara, farklı ve yoğun içerikli gösteri yaratmış; İstanbul Büyüsü. Orkestra, müzik, dans, şarkı, türkü ve şiirle örülmüş tematik görsel bir yapıt.
Gösteri bitti. Bu işin “kültürü” gereği, doğal olarak Yekta Kara sahneye davet edildi. Sanatçı sahneye çıktı. Selamlama bekliyordum. Olmadı. Hemen politik zevat sahneye çağrılmaya başlandı. Politik zevat çağrılınca, Yekta Kara, orkestra şefinin yanına kadar geri çekildi. Ancak, sahneye çağrılan zevat önde sıralanmaya başlayınca, arkada kalan Sayın Kara biraz yana geçti. Önü gene kapandı, biraz daha yana... böyle, böyle sürdü. Vali, Belediye Başkanı, bakanlar, Başbakan, Cumhurbaşkanı, hepsi sıralandı. Anı fotoğrafı çekilecek. Politikacılar sanatçıların önüne geçti.
Bu arada koro sahnede. Orkestra ve şef sahnede. Yekta Kara sahnede. Sahnesi, rolü bitmiş olanlar ise sahne gerisinde beklemede. Gösteri bitmemiş çünkü. Final yapılmamış. Çünkü, final selamdır. Daha bir sanatçı bile selam vermemiş. Bunun böyle olduğunu yöneticiler unutmuş olabilirler. Diyelim onlar yoğunluktan farkına varmadılar. Peki, hiç mi danışmanları yok? ”Sayın efendim, sahne, tırnak içinde, kutsaldır. Sahne, tırnak içinde, dokunulmazdır. Dokunulmazlık sadece politikacılara özgü değildir. Destursuz çıkılmaz” demez mi?
Önde “korsan” bir fotoğraf çekimi. Sonra zevat indi. Bekleyen sanatçılar ile, şef ile bir göz teması bile kurmadan... Sonra, sunucular gösterinin bittiğini, Haliç kıyısında havai fişek gösterisine geçileceğini duyurdu. Hadi diyelim sunucular yanlış yaptı. Ama Kültür Başkenti’nin belediye başkanı, valisi, bakanı, başkabakanı ve cumhurbaşkanı, bir bütün olan gösterinin finalinin selamla bittiğini bilmelidirler. Bu ayrıntılar kültüre dahildir. Kültür, dışavurulan değil, içselleştirilmiş olandır aslolarak. Yanlışı en arka sırada oturan ben değil, öndekiler düzeltmeli...
Törenin bittiği duyurusu ile birlikte halk temaşaya koştu. “Kültür, sanat ve İstanbul dostlarının” dörtte üçü dışarıya aktı. Oysa gösteri bitmemişti. Bu arada, sanatçılar sahneye gelip selam vermeye başladılar. Kim mi? Gösterinin sanat yönetmeni Yekta Kara, Orkestra Şefi... 300 dolayında sanatçı! Çıkış kapısında birikenler ile, dışarıya çıkmak için yerlerinden kalkmış olanlar, sanatçıları “ayakta “ alkışladı. Ezici çoğunluk çoktan temaşa alanına ulaşmıştı.
Kültür üretenler, kültürü yönetenler tarafından ezildi...
Haftanın dizesi; “Yıkıcılar geldiler/ Düştü gürültüyle yüzü köhne evin” (Metin Altıok, Seçme Şiirler, Can Y.)