Kürtlerle Türklerin aşkı bitmiştir
Ulus devlet, halkların olgunlaşmamış aşklarının ve zoraki birlikteliklerinin modern adıdır. Herkesi “tasada ve sevinçte” bir kılabileceğini düşünen ve tam da bunu yapmak için gerekirse sevinçleri öldürebilen bir fıtrata sahiptir. Bir kesimin refahı için tasaları artırabilir. Hepsi ancak refahın devamıyla ayakta kalabilir. İsviçre de, Bhutan da, Türkiye de böyledir. O insanlığın en büyük ve güçlü icatlarından birisidir. Kendisini bir Tanrı’nın yerine koyabilen tek insan icadıdır. Onun için kanlar dökülüp, canlar alınabilir. Tanrılara kafa tutacak kadar güçlüdür. En az Tanrı kadar ezeli ve ebedi olduğu iddia edilir. Tanrı’nın varlığı ona, onun varlığı Tanrı’ya şirk koşmaktır. Bu yüzden ya Tanrı ya o, eninde sonunda, yerini diğerine terk edecektir. Ya devlet Tanrılaşacak ya Tanrı devletleşecektir. Ona inanılmakla kalınmayacak, ona tapılacaktır. Osmanlıyken Türk’e “Etrak-ı bi-idrak/ Akılsız Türk” diyecek ama bir yüzyıl sonra Türk’ün eline geçtiğinde kendisine küfreden Osmanlı’ya ecdat diyecektir. Hiçbir değer yargısı olmamıştır, olmayacaktır. Söz konusu o ise, her türlü ahlak, namus, insaniyet ve hatta insan canı teferruattır. Ama yine de o en ahlaklı, en namuslu, en insan canlısı olarak anılmaya devam edecektir.
Halklar da aşık olur ki o, halkların ve kavimlerin birbirine duyduğu sahte aşktan başka bir şey değildir. Aşklarını onun aracılığıyla yaşayan kavimlerin sonu felakettir. Refahları düştükçe aşklarına inançlarını kaybedecek ve aşklarını yalnızca “küresel paranın” zoraki yürüttüğünü görecektir. Çoğu zaman bir dil, bir din ya da bakışlardaki, dokunuşlardaki farklılık bile bu aşka son verecektir.
Aşk yenilenmelidir. Yoksa sonuç ya benimsin ya toprağından ileri gitmeyecek, sokak ortasındaki cinayetlerin ve linçlerin, dildeki şiddetin ötesinde bir yere ulaşamayacaktır. Aşk insanlarda da böyledir, kavimlerde de. O mutlaka yenilenmeli ve birini diğerinin içinde eritmeksizin ayakta kalmayı öğrenmelidir. Aksi halde ölüm sessizce aşka sızacaktır. Çünkü Cizre’deki bir Kürt çocukla Afyon’daki bir Türk çocuğu “tasada ve kıvançta” birleştiren başka hiçbir şey olmayacaktır.
Ve bu aşk yenilenmedikçe ve o hayali aşkın elinden kurtulmadıkça, karşılıklı şiddetin gölgesinde, şiddeti daha da artırarak, yerini ölümün hakim olduğu bir ilişkiye bırakacaktır. Cizre’de bir bodrumdan çıkan ve yedi kişinin içine sığabildiği “bir çuval etle”, bir servis otobüsünde evine dönerken bombalı araçla katledilenlerin apartman sıvalarına yapışan parçalarının nedeni de sonucu da o aşkın bir yanılsama gibi kavimlerin yüzüne çarpmasıdır.
Ölüm aşkın yerini almıştır. Ve artık, Ortadoğu’da süregiden trilyon dolarlık enerji ve su savaşında son beş yılda ölen 470 bin kişinin, evlerini terk eden milyonların, yurdunu terk eden mültecilerin ve sırf Suriye’deki savaşa harcanan 255 milyar doların zerrece önemi yoktur –ki para liberalin canıdır-. Ve birileri canına can katsın diye, yani birileri parasına para katsın diye ölenlerin kutsandığı alçak bir çağdır bu çağ. Sur’da ölen asker ve polisin, cesedi kıyıya vuran çocukların, ölen PKK’linin, sırf orada doğduğu için bir bodrumda yakılarak öldürülenlerin, şu bezirgan saltanatında ayakta kalabilmek için bir servis otobüsünde olmak zorunda olduğu için ölenlerin inanın önemi yoktur. Şehitleştirilen, yüceltilen, kutsanan her ölüm bir diğer ölümün habercisidir. Daha da acısı kalanlar için onlar ölüm değil, ölümün kutsal görüntüleridir. Çünkü bunca şiddete, kana ve vahşete insan ancak ölümü yadsıyarak ve kutsayarak dayanacaktır. Modern insan için ölüm artık kendisi hariç herkes için vardır.
Bugün Kürtlerle Türklerin hikayesi de bitmiş bir aşkın hikayesidir. Ölümlerin kutsanmaya başladığı, ölülerin yaşayanların yerine savaştığı eski bir aşk hikayesi. Artık bu aşk yenilenmelidir. Bu aşkı yenilemek için yapılacak olansa ölümün sızdığı bütün kutsalları yerle bir etmektir.
Artık yapılması gereken öncelikle sabrın reddidir.