Geçtiğimiz hafta ABD’nin o zamanki 5 büyük yatırım bankasından biri, Lehman Biraderler’in batışının 10. yıldönümüydü. 1929 Büyük Bunalımı’ndan sonra kapitalizmin yaşadığı ikinci büyük sarsıntının zirve noktası 15 Eylül 2018 kabul ediliyor.

Hatırlanırsa aynı yılın Mart ayında diğer bir yatırım bankası Bear Stearns, Merkez Bankası’nın vergi mükellefine 30 milyar dolar maliyet yükleyen operasyonuyla JP Morgan Bankası tarafından ele geçirilmişti. Dönüp geriye bakınca, Lehman’ın kurtarılmayışının ABD yönetiminin gelen büyük sarsıntıyı görüp, sade yurttaşa devasa bir fatura çıkaran kurtarma paketini yürürlüğe sokmak için koşulların olgunlaşmasını hızlandırma amaçlı olduğu varsayılıyor.

1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılıp, ardından Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bilindiği gibi kapitalizm nihai zaferini ilan etmişti. 2000’ler başında teknoloji balonunun patlamasıyla oluşan sarsıntı bir yana bırakılırsa, artık kapitalizmin yaşadığı “konjonktürel dalgalanmaların da” törpülendiği, kesintisiz bir büyüme dönemine geçildiği kanısı güçlenmişti.

Örneğin, “rasyonel beklentiler” kuramını geliştiren Nobel ödüllü iktisatçı Robert Lucas bu aşırı özgüveni şu ifadelerle dile getiriyordu:

…Bu dersteki ana tezim; makro-ekonominin nihai bir başarıya ulaştığıdır, depresyonu önleme merkezi sorunu pratikte çözülmüştür, gerçekten de onlarca yıl sürecek biçimde çözülmüştür.

Borsaların temel dayanağı “etkin piyasa hipotezine” göre de, eğer ekonomide bir sorun varsa bu herkesin bilgisi dahilindedir. Kısa sürede borsa endekslerinden, fiyatlanma davranışlarından kötüyü gidiş okunabilir. Hisse senedi piyasalarında işler tıkırında olduğuna göre, küresel sermaye akışları temposunu sürdürdüğüne göre endişeye mahal yoktur.

“Maestro” diye adlandırılan ABD Merkez Bankası başkanı Alan Greenspan da, hem faizleri çok düşük tutup borsalara gaz vererek, hem de demeçlerinde bu aşırı iyimser iklimi pompalayarak krizin ağırlaşmasında vebal sahibi oldu. Daha sonra ABD kongresinde ifade verirken, mahcup bir biçimde, “şaşkınlığa uğradığını”, piyasaların kafasındaki “modele” ve onun varsayımlarına göre davranmadığını itiraf edecekti.

Krizin gelişimi…
Lehman’ın batışının ardından müthiş riskli operasyonlara girişmiş AIG sigorta şirketinin, özellikle “emlak piyasası” bağlantılı “kredi temerrüt takası” (meşhur CDS’ler) ağırlıklı yükümlülüklerini karşılayamayacağı anlaşıldı ve 85 milyar dolarlık bir kurtarma paketi yürürlüğe sokuldu. Bankaların birbirine güveni kalmadığı için para piyasaları kilitlendi, fonlardan çıkış yapmak isteyen yatırımcılara ödemeler durdu. Sonunda özellikle Demokratların ön ayak olmasıyla 700 milyar dolarlık TARP adı verilen bir varlık alım programıyla “finans kapitale” yardım eli uzatıldı.

FED swap operasyonlarıyla diğer merkez bankalarına da likidite sağlayarak bir anlamda küresel finans sisteminin batışını da engelledi. Obama’nın başkan seçilişinin ardından da General Motors ve Chrysler gibi otomotiv devleri kurtarıldı.

Haliyle, bıraksalar da ekonomi batsa mıydı, sorusu yöneltilebilir. Bu noktada, tam da can simidi atma sırası “eşik altı” emlak piyasalarından patlak veren kriz nedeniyle konutlarını kaybetme tehlikesiyle karşılaşan yurttaşlara sıra geldiğinde “mali disiplinin” hatırlandığının, “şefkatli” yaklaşımların son bulduğunun altını çizelim.

The Economist dergisinin aktardığına göre, toplamın yüzde 10 ila 15’i 9 milyon konut sahibi evlerinden tahliye edildi. Zaman içerisinde özellikle bankacılara ödenen aşırı “ikramiyelere” son verme, çok riskli finansal enstrümanları kontrol altına alma vaatleri de yerine getirilmedi.

Aynı koşullar yeniden oluştu
Yine The Economist’in Lehman dosyasında, 2017 yılında AIG’nin yeni patronu Brian Duperreault’a 43 milyon dolar, JP Morgan’dan bay Dimon’a 29.5 milyon dolar, Goldman Sachs’dan Lloyd Blankfein’a 24 milyon dolar, Bank of America’dan Brian Moynihan’a ise 23 milyon dolar ikramiye ödendiği bildiriliyor.

Emlak fiyatları yine yükselişe geçmiş, ev sahibi olma oranı yüzde 64’ten yüzde 69’a yükselmiş durumda. Yine insanlar borçlanma yoluyla, aşırı iyimser öngörülerle üstlenemeyecekleri risklerin altına girmeye teşvik ediliyorlar. Gelir ve servet dağılımı adaletsizlikleri ivmesini artırarak sürüyor.

The Guardian gazetesinin Lehman’ın batışının 10.yılı dolayısıyla gerçekleştirdiği soruşturmayı yanıtlayan Yunanistan eski maliye bakanı Yanis Varoufakis şunları dile getiriyor:

Bir azınlık için kurtarma, çoğunluk için kemer sıkma anlayışı 2007’den bu yana küresel borçların yüzde 40 daha fazla artışıyla sonuçlandı. Evet, bazı İngiliz ve Avrupa bankaları küçüldü ve bilançoları denetim altına alan ulusal kurallar uygulandı.

Ne var ki böylece finansal aracılık bankalardan sermaye piyasalarına geçti. Gölge bankacılık sisteminin pozisyonları 2010’da 28 trilyon dolardan, 2018’de 45 trilyon dolara sıçrarken, riskler de batıdan yükselen piyasalara aktarıldı. Son on yılda 3.7 trilyon dolara ulaşan borçlanmaların sonuçları şimdi Türkiye ve Arjantin’de hissediliyor. Kısaca, risk azalmadı ancak göz önünden uzaklaştırıldı ve coğrafi olarak yayıldı. Ek olarak, toksik politikalar 2008’de kapitalizmi kurtaran AB ve Çin’in bu aynı ortak refleksi göstermesini engeller…

Bu küresel koşullar hiçbir öngörüde bulunmaksızın tüm riskleri bodoslama üstlenen AKP yönetimlerinin ekonomide karşılaştığımız ağır tablodaki veballerini ortadan kaldırmıyor. Ancak küresel koşulların da 2007’de küresel finansal krize çanak tutan kurgudan farklı olmadığını, krizlere davetiye çıkarmaya devam ettiğini vurgulamamız gerekiyor.