Makedonya ve Üsküp deyince ve konu da şiir olduğunda Yahya Kemal’i anımsıyoruz. Bir başka Üsküplü ise, Necati Zekeriya. Biba İsmail’in

Makedonya ve Üsküp deyince ve konu da şiir olduğunda Yahya Kemal’i anımsıyoruz. Bir başka Üsküplü ise, Necati Zekeriya. Biba İsmail’in deyimiyle Balkanların Lorca’sı. Nazım’dan Lorca’ya pek çok şairi Makedonya’ya tanıttığı gibi, aynı biçimde pek çok “Yugoslav” şairini de Türkçeye kazandıran bir kültür ve edebiyat köprüsüdür Necati Zekeriya.
Şair Naim Frasheri adına düzenlenen şiir festivali Tetova şehrinde. Ben hala Üsküp’ü bitiremedim. Üsküp; Roma/Bizans kültürü, Osmanlı/Türk kültürü ve sonuçta Balkan kültürü karışımı bir güzel kent. Bir de “Tito kültürü” yani sosyalizm kültürü.
Altta yatan sosyalizm kültürü mü, yoksa üstte görünen -adım başı cami, han, hamam- Türk kültürü etkisiyle mi, nedendir, kendi evimde gibi bir duygu ile dolaştım kenti. Kentin ortasından Vardar Nehri geçiyor. Nazlı nazlı akan ağırbaşlı nehir. Kıyılarına kenti yığmamışlar. Ihlamur ağaçları bir yanda nehir bir yanda. Günün 24 saatinde nehir kıyısında yürüyüşü yapılabiliyor. Öylesine güvenli, güzel bir kent. Çünkü çok zengin değil. Yüksek rantlar yok. Bunun için boğazlaşma başlamamış. Kapitalizmin imar oyunları, plan tadilatları ile yaşam alanları -birkaç istisna dışında- yağmalanmamış. Yani Üsküp’ü bitiremeyen sadece ben değilim; para da henüz kenti tam yenememiş.
Nehrin sağ tarafında Arnavutlar ve Türkler solda Makedonlar. Kent insanları ayırmış, ama II. Murat zamanında yapılmış Taşköprü iki yakayı birleştiriyor.
Kent, bir bölümüyle Osmanlı-Türk kültürü ile yoğrulmuş. Osmanlı Kalesi’nin eteklerine doğru yer alan “Türk Pazarı-Eski Pazar”da tanıdık bir günlük hayat atmosferi hakim. Bu atmosferde ben de utanmadan “emperyal emperyal” dolaşıyorum. Çünkü, yabancı bir ülkede bir insan bu denli evinde hisseder kendini. Bu mahallede dükkanlar, mimari, günlük hayat, tamamen tanıdık bir günlük hayatın parçaları; bir iş yerinin kapısına çıkan esnaf karşıdaki çaycıya “çayci!” diye sesleniyor. Arnavutça çay söylüyor, parmağıyla da “iki çay”  işareti yapıyor. Az sonra, bildiğimiz çay askılığında iki çayı kapmış, oraya götürüyor çaycı. Camlarda “Bürek, gevrek, jogurt” yazıları. Camiler, hamamlar, hanlar… Osmanlı’dan kalan hanlar ve hamamlar, sergi salonu, müze, güzel sanatlar okulu gibi amaca uygun bir uygulamaya gidilmiş.
İşte bu ortamda, emperyal emperyal dolaştığımın farkına varıyorum. Güney Afrika’da İngiliz yurttaşlarının nasıl dolaştığı gözümün önüne geliyor. Onlar da oralarda aynen benim dolaştığım gibi emperyal bir eda ile dolaşıyor.
Gezdiğimiz yollarda taşlar aynen İstanbul’un Arnavut kaldırımları. Bunu söyleyince hemen itiraz geliyor. Çünkü bu kaldırımın buralardaki adı “Turska kaldırma”. Kaldırım değil, kaldırma. Öyle ya, yola göre “kaldırılan” bir yapısal biçim. İstanbul’a gelince nedense Arnavut kaldırımı olmuş. İlginç bir etimolojik dönemeç.
Üsküp’te ayağı çarıklı Partizan heykeli önündeyim. Mermerdeki tarih,1944. heykelin biraz gerisinden görülen, kente hakim konumdaki Amerikan Büyükelçiliği, Osmanlı kalesine nazire eder bir biçimde  benzer bir tepenin üstünde kurulmuş. her ırktan ve dinden partizanların savaştığı bu topraklarda, şimdi tuhaf bir hüzün.
Üsküp’te tanık olunan kültürel aidiyet, ve kültürel katmanlılık, hegemonik bir niyetin gizli olduğu Yeni Osmanlıcılık anlayışın panzehiri olabilir. Balkanlarda tezgahlanan “Balkanlaştırmanın” karşıtı bir insani, kültürel kardeşlik. Yaşanan acılara karşın, birlik ve kardeşlik deneyimi üzerinde yeniden kardeşliği kurmak da olanaklı. Makedon,Türk, Arnavut, Ulah, Çingene gibi etnisitelerin değil, Makedonyalı yeni  insanın kültürü için bir insani kardeşliği oluşturmak ve yaşatmak hala olası…
Haftanın Dizesi; “Sıralanmışlar su boylarına/ Bıçakla soyuyorlar kelimeleri” (Cemal Süreya, Sevda Sözleri, Can Y.)