Otuz yıl Viyana’da edebiyat öğretmenliği yapmış, Viyanalı olamamış bir Türkiyeli Tevfik Akşit.  “Çılgın Türkler”den değil belki...

Otuz yıl Viyana’da edebiyat öğretmenliği yapmış, Viyanalı olamamış bir Türkiyeli Tevfik Akşit.  “Çılgın Türkler”den değil belki ama “kurucu” Türklerden. Sadece söyleyen değil, yapan, eyleyen üreten, kısacası hayatı örgütleyen bir kurucu. Viyana’da da bir kütüphane kurmuş. Kuruluşun haftasında da Viyanalı yerel yönetim görevlileri kapısında bitmiş, “Aman ne güzel yaptınız. Bizim görevimizi üstümüzden aldınız, alın size bedava su, elektrik” demişler.
Tevfik Akşit Hoca, emekli olup, ülkeye dönmüş. Otuz yıl boyunca  maaşından para biriktirip İzmir  Seferihisar’da kuytu bir kıyıda, Ürkmez beldesinde bir bina almış. Görenlerin “Aman ne güzel bir pansiyon  olur” dedikleri  güzel bir yapı.  Arkasında çam ormanı, önünde narenciye bahçeleri. Sonrasında güzelim Ege Denizi.  Hoca, Viyana’dan yetmiş bin kitap getirip, tutmuş  bir kütüphane kurmuş.  Turizm yerine kitaba yatırmış parasını. Güzelim pansiyon binası kütüphaneye kurban gitmiş! Amaç bu toprakların tarihi, kültürü, arkeolojisi... ne varsa araştırılacak, yazılacak, çevrilecek. Kendince hayata bir küçük katkı olacak.  Sadece kütüphane değil, başta çeviri olmak üzere, iş üretilerek çalışmaların yapılacağı bir merkez olarak herkesin kullanımına, yararına sunulmuş.
Yetmiş bin kitabın gümrükten geçirilmesi, hatta “kaçırılarak” geçirilmesi öyküsü ise, “Saraydan Kız Kaçırma” operasının papucunu dama değil, en yüksek gökdelene atar! Bu konu, memlekette kültürel çabalara  girişen  “delilerimizi” fazlasıyla delirten bildik görünümler... Bahse değmez! Kitaplar, Tevfik Hoca gibi kitaba, kültüre “hasta” üç oğlu gelini ve eşinin özenli ellerinde inanılmaz bir düzene sokulmuş. Kısacası, olması gereken düzen kurulmuş. Ülkede  olağan olan  pek olağan olmadığı için, olağanüstü sanıyoruz işte.
Bu arada, kimse bir hafta sonrasında kapısına gelip, alın size su, elektrik dememiş! Olsun.
Kapısına bizimkiler haftasında gelmemiş. Ama bir yabancı misyon, iyiniyetle “Gelin, bizim kültür birimimiz olun, alın şu kadar maaş, yaşatın burayı” demiş. Ne güzel bir öneri. Tevfik Hoca, bunu da kabul etmemiş. Çünkü o bir memleket sevdalısı deli. Bu toprağın kültürü için iyiniyetli de olsa, yabancı yardımını kabul etmemiş. “Para iyi ama, düşümüze, amacımıza bu para uygun değil” diyor. Çay, pasta, kek satarak koca kütüphaneyi ayakta tutacağını düşünüyor. Hatta, büyütüp önce bir enstitü, sonra üniversite kurmak gibi  “çılgın” tasarıları var. Daha neler!.
Tevfik Akşit’in çabasını kısaca anlattığım bir dostum “Dünya evliyaların başı üstünde değil, bunca rezilliğe karşın, bunca olumsuzluğa karşın yıkılmıyorsa, bu insanların başlarında duruyor” dedi. Ben de oluşturulan tabloyu, Yurttaşlık Bilgisi kitaplarındaki naif  “köyümüz- kasabamız” resimlerine benzettim; geride yemyeşil bir çevreye kurulmuş güzel bir kasaba, ön planda kırmızı yanaklı bir çocuk... Bu denli bir yanılsama. Ama tuhaf ve inanılmaz bir biçimde gerçek. Kafka çevirisi konusunda söylediklerini aktarınca, durum daha iyi anlaşılır; Hocaya göre, bir çevirmenin Kafka’nın yapıtlarından çeviri yapması için  Kafka’nın yaşadığı yerleri görmesi şart. Bunun için genç bir çevirmen çeviri mi yapacak,  Hoca onu hiç olmazsa iki haftalığına Prag’a gönderecek. Yapıt ve Kafka özümsenecek. Böylesi uçuk düşlere ciddiyetle inanıyor. Üstelik -şimdilik bir kısmını- gerçeğe dönüştürüyor.
Bu yapılanlar, ideoloji/örgüt gibi kavramlar hiç anılmasa da doğru bir ideolojik tutumun ve doğru bir örgütsel çalışmanın tam  adı. Yapabileceği bir şey var ve onu yapıyor.
Tevfik Hocanın kütüphanesindeki kitapların hepsini okumak zorunda olmasanız bile, yolunuz Ürkmez’e düşerse, ürkmeyip, korkmayıp “Ürkmez Evliyası”   veya  “ziyadesiyle deli” Tevfik Hocamın kütüphanesine uğrayın.
Yol uzak ve sapa… Olmadı, yolunuz düşmedi; www.aksitkultur.com adresli web sitesine bir göz atın. Umutlanın yeniden, yeniden...
Haftanın dizesi: Birdir her şey, birden bire bir/ İki keklik apansız bir kayayı yeşertir (Mahmut Temizyürek, Yeryüzünü Gezen Atlı, yasakmeyve)