İsrail’in, yıllardır işgal altında tuttuğu Gazze’ye yönelik başlattığı etnik temizlik dünyada tepki çekmeye devam ediyor. Batılı hükümetlerin ardı ardına İsrail’e yaptığı destek açıklamalarına karşın, ateşkes çağrısıyla sokaklara dökülen milyonlarca insanın barış ısrarı, vicdani bir sorgulama başlattığı gibi, faşist popülist iktidarların insanlık adına ne denli tehlikeli ne ölçüde yıkıcı sonuçlar doğurduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Okul, hastane bombaladığı; insanları su, yiyecek, ilaç gibi temel ihtiyaçlardan mahrum bıraktığı; Gazze halkını sürgün ve toplu ölüm seçenekleri arasına sıkıştırdığı için İsrail lideri Netanyahu’nun bir savaş suçlusu olarak yargılanması gerektiğini düşünenler hiç de az değil. 

***

İsrail’in saldırgan ve yayılmacı politikasını olabilecek en zor an ve yerde, savaşın tam ortasında ve kendi ülkelerinde protesto eden barış yanlısı İsrailliler üzerinde baskı her geçen gün artıyor. Savaş karşıtı öğrenciler ve akademisyenler haklarında disiplin soruşturmaları başlatılarak okullarından uzaklaştırılıyor. Sağcı gruplar tarafından fişleniyor. Hedef gösterilmeleri için savaşa karşı olduklarını söyleyip sivil ölümlere dikkat çekmeleri yetiyor. Yüz yüze kaldıkları suçlama ise Türkiye’deki muhalifler için de çok bildik, çok tanıdık, çok alışıldık: ‘terör destekçiliği.’ 

***

Baskıcı yönetimlerin, kararlarına muhalefet edenlere karşı en sık başvurduğu yöntem, itiraz edenleri savunduklarının tam tersiyle suçlamaktır. Barış mı istiyorsun, o zaman teröristsindir. Savaşa mı karşısın, o zaman vatan hainisindir. İktidarla fikri ve vicdani ayrışma mı yaşıyorsun, o zaman milli ve yerli değilsindir. Bugün İsrail’de, bütün bu suçlamaları göze alarak, hem de ateş çemberinin tam ortasından, hakları ihlal edilen, torakları işgal altındaki Filistin halkına destek olan ve Natenyahu’yu yüksek sesle eleştiren insanlar var. 2016’da ‘Barış için Akademisyenler’, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki operasyonlar sırasında uygulanan sokağa çıkma yasakları ve insan hakları ihlallerinin sona ermesini, şiddetin durdurulmasını, müzakere koşullarının hazırlanması ve kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulmasını talep etmişti. Bu doğrultuda hükümetin şiddet politikalarını eleştiren 1128 akademisyen ‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ diyerek bir bildiri yayınlamıştı. İmzacı akademisyenlerden yüzlercesi KHK ile işten çıkarıldı. Pasaportlarına el konarak yurt dışına çıkışları engellendi. Tehdit edildiler, hedef gösterildiler, kamu hizmetlerinden men edildiler. Bu hak gasplarına dikkat çekmek için basın bildirisi okuyan dört akademisyen tutuklandı. Barış taleplerine karşılık olarak ‘terör örgütü propagandası’ yapmakla suçlandılar. ‘Barış İçin Akademisyenler’ bugün de Filistin topraklarını işgal eden ve uluslararası hukuka aykırı olarak Gazze’yi kuşatan İsrail’in katliamlarına karşı tavır alıyor ve Türkiye’yi işgal sona erene ve barış tesis edilene kadar İsrail ile askeri, ticari ve diplomatik ilişkisini kesmeye çağırıyor. 

*** 

Dün Türkiye’de, şiddete son çağrısında bulunan akademisyenler ‘terör propagandası yapmakla’ suçlanıyordu, bugün de İsrail’de barış talep eden akademisyenler ‘teröre destek olmakla’ suçlanıyor. Çünkü devletlerin ve/veya yönetenlerin çıkarları, toplumun çıkarlarıyla ters düştüğünde bu iki taraf arasında örtülü ya da açık bir savaş başlatır. Bir yanda işgale, şiddete karşı oluşan toplumsal muhalefet, diğer yanda yayılmacı, sömürgeci, baskıcı devletler ve yöneticilerinin bu muhalefeti bastırma girişimleri. Halklar arasında kurgulanan bizler ve ötekiler ayrımı sürdürülebilir bir savaş ve düşmanlık ortamı yaratır ve o da hiçbir zaman istendiği söylenen güven ortamını yaratmaz. Dünyanın her yerinde devlet şiddetinin karşısına dikilen herkesi hedef haline getiren işte bu çıplak ve sade gerçektir. Asıl vatan hainliği, savaşı sorgulamayı terör destekçiliği ile damgalayarak gayri meşru hale getirmektir.