3 Haziran 1963’de, 61 yaşında öldü Nâzım. Nâzım’ın ölüm yıldönümünü pek çok anma, etkinlik, ve yayınla karşıladık. Yıllar önce,

3 Haziran 1963’de, 61 yaşında öldü Nâzım. Nâzım’ın ölüm yıldönümünü pek çok anma, etkinlik, ve yayınla karşıladık.
Yıllar önce, yanılmıyorsam Melih Cevdet yazmıştı. Bizde ve Doğu toplumlarında doğum değil, ölüm günleri anımsanır ve anılır. Batı kültüründe ise doğum günleri önemlidir. Bu ters durum için, nüfus kayıtlarında doğum tarihlerin olmaması, bilinmemesi gibi nedenlerin tartışıldığını hatırlıyorum.
Asıl neden, Doğu kültüründe ölümün etkilerinin hem bireysel hem de toplumsal olarak daha ciddi sonuçlar doğurmasıdır. Osmanlı tarihini anımsayalım; her padişah ölümü ciddi bir sorundur. Ölüm gizlenir. Ölüm ile yeni padişah arasındaki iktidar boşluğunda isyanlar yaşanır. Bu bir kültürel mirastır. İyi ya da kötü, böyledir. Kısacası bizde bir ölüm kültürü, dahası ölümün yüceltilmesi söz konusudur.
Nâzım’ın doğum tarihi de bellidir. 15 Ocak 1902. Aslında 20 Kasım 1901’de doğduğu, ancak yaşının büyük olmaması için izleyen ocak ayının seçildiği söylenir. Kültürel mirasımız içinde ölüm öne çıktığından 3 Haziran’da anmaktayız.
Ölüm veya doğum tarihi ne olursa olsun Nâzım hâlâ genç ve yenidir. Kendisi de söylüyor bunu “Puşkin’den çok şeyi öğrendim, ama öğrendiklerimin başında  kocalmamak sanatı gelir” diyor. Şairin bu sözünde bile bir dolu anlam zenginliği var. Puşkin’den öğrenilen kocalmamak elbette öncelik şiire ve edebiyata ilişkindir. Ancak, Nâzım belki de Puşkin’in genç yaşta ölmesini ve buna karşın her dem yeni olmasına da vurgu yapıyordur!  “Sanatta en büyük ustalık, ustalığı belli etmemektir” derken de yine ustalığını belli etmeden anlatır. “Yalnız kendi edebiyatımın değil, Doğu ve Batı edebiyatının bütün ustalarını usta bildim” dediği için de ustadır.
Klasikliğin temel ölçütlerden biri yenilikçi olmaktır. Zamanında  yeninin peşinde olan, yenilikçi olan, var olana bir şeyler getirmiş olan yeni kalır. O yeni de sonraki zamanların klasiğidir, diyor Usta.
Nâzım’ın klasik bir şair olarak, yeniliği ve yenilikçiliği salt edebiyat yaratımında şiirinin biçimi, içeriği, anlamı, söylemi bağlamında bir yenilikçilikle sınırlı değildir. Edebiyat yaratımıyla atbaşı giden, mevcut üretim ilişkilerinin gelişme ve değişme koşullarını anlaması ve ileriyi, yeni olanı her daim inatla ısrarla istemesi de onu yeni kılan temel niteliklerden biridir. İşte bu nedenle Nâzım hep yeni kalacaktır.
Nâzım, Kemal Tahir’e bir mektubunda, Diderot’nun bir kitabını yeni öğrendiği için  “Ne çok şey bilmiyorum, cehaletime dehşetli düşmanım” diyor.
Nâzım, ülkenin ve dünyanın tanıdığı bir şair olarak cehaletini söylerken de öğretici. Çünkü başta kendim olmak üzere ortalık yarı cahil şiir yazıcısından geçilmezken, şairin  cehaletten yakınması önemli. Onun sanat ve edebiyat konularındaki düşüncelerini okurken, sahip olduğu bilgi birikimine, geniş bakış açısına ve derin kavrayışına bir kez daha tanık oluyoruz. Bu birikim ve okuma yoğunluğu, salt Nâzım için gerekli olmayıp, her “yazıcı” için olmazsa olmaz bir zorunluluk. Kitaplar devirince Nâzım olunmasa da!
Bilim Sanat Yayınları, Nâzım Hikmet’in 85. doğum yılı için 1987 yılında bir kitap yayımlamıştı; “Sanat ve Edebiyat Üstüne”. Aziz Çalışlar, çok özel bir çalışma ile pek çok konu başlığı belirleyerek, bütünlüklü, tam bir  “Nâzım Hikmet Kitabı” yaratmış. Kitap için doğumun temel alınması da özel bir ayrıntı.
Gösteri Dergisi’nin Mayıs-Haziran sayısı için, Metin Cengiz ve Yücel Kayıran’ın hazırladığı dosya, kırk sayfalık hacmiyle neredeyse özel sayı bütünlüğünde. Başlık, “Nâzım Hikmet (...) Hâlâ”. Dosyanın başlığındaki Nâzım’ın şiirine göndermeyle birlikte, bu yazının başlığı ortak zeminde buluşuyor; Nâzım hâlâ genç.
Haftanın dizesi; “hiçbir şey unutulmuyor ölüler kadar çabuk” (Nâzım, Son Şiirler, Adam Y.)