AKP ve MHP tarafından ‘yalan haber ve dezenformasyonla mücadele’ gerekçesiyle hazırlanan yasa teklifi geçen yıl meclisten geçti. Başta basın meslek örgütleri olmak üzere sivil toplum kuruluşları, hukukçular ve muhalefet partilerinin eleştirileri dikkate alınmadı. İtirazlar özellikle ‘halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçunu’ düzenleyen 29’uncu madde üzerinde yoğunlaştı. Yasa yenilenen haliyle, halkı yalan haberden korumaktan ziyade ve Anayasa’ya aykırı bir şekilde, halkın haber alma hakkını engelleyen bir sansür düzenlemesi olarak nitelendirildi.  

29’uncu maddede şöyle deniyordu: “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak amacıyla, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Fail, suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyet çerçevesinde işlemesi halinde, verilen ceza yarı oranında artırılır.”  

Türk Ceza Kanunu’nun 216’ıncı maddesinde halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçu şöyle düzenlenmiş. “Halkın bir kesimini sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, bu nedenle kamu barışı ve kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Her iki kanun maddesinde de kamu barışının korunması amaçlansa da bariz bir fark göze çarpıyor. Bu, 29’uncu maddeye getirilen eleştiri ve itirazların sebebi. 

TCK 216’da suç ‘somut bir tehlike suçu’ olarak düzenlenmiş. Maddenin yasada yer alma amaçlarından biri de nefret söyleminin toplumsal barışa zarar vermesinin önüne geçebilmek. Elbette yazılmış olması her zaman doğru şekilde uygulandığı anlamına gelmiyor. O, yargı mekanizmasının özgürce, hakkaniyetle ve ilkelerine bağlı kalarak çalışabilmesiyle mümkün. Ancak somut gerekçelerle düzenlenmiş ve amacının anlaşılabilir netlikte olması çok önemli. 29’uncu maddeyi tartışmalı kılan işte bu niteliklerin eksikliği.   

Her şeyden önce ‘gerçeğe aykırı’ bilgiden kastedilen ne? ‘Ülkenin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini, genel sağlığını’ tehlikeye atacak olan bilgiler hangileri? Gerçek bir bilginin de halkı endişelendirebileceği, korkutabileceği hatta şoke edebileceği ortadayken bütün bu duyguların sadece ‘gerçeğe aykırı’ bir bilginin yayılmasıyla ortaya çıkabileceğini nasıl düşünebiliriz? Örneğin, mesleki sorumluluğu halk adına gerçeği araştırmak olan bir gazetecinin görevi zaten elde ettiği bilgileri saklamadan, alenen halka sunmak iken, bu bilgilerin ‘gerçek dışı’ olup olmadığına ve ülke güvenliğini tehdit edip etmediğine kim karar verecek? Evet, bu muğlak ve sınırları geniş tutulan ifadelerle yazılmış yasayı uygulayacak olan mahkemeler verecek.   

Dezenformasyon yasasıyla ilgili hazırlık çalışmalarını ilk kez Erdoğan duyurmuştu. 2021 yaz aylarında Akdeniz ve Ege olmak üzere Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde başlayan orman yangınları günlerce sürmüş ve Tarım-Orman Bakanlığı yangına müdahalede yetersiz kalmakla eleştirilmişti. Tanıklar, yeterli yangın söndürme helikopteri görmemekten şikâyet etmiş ve THK’nin bakımsız bırakılan uçakları tartışma konusu olmuştu. Erdoğan, “birilerinin dediği gibi ‘ne helikopter gördük ne uçak gördük’, öyle bir şey yok” diyerek kurumların ve görevlilerin fedakarlıkla yürüttüğü yangınla mücadelelerine gerçek dışı bilgi ve haberlerle leke sürülmeye çalışıldığını söylemişti. Manipülasyon ve dezenformasyona son vermek için çalışmalara başlanacağını açıklamıştı.  

Yasa yürürlüğe girer girmez, Amasra’da TTK’ye ait maden ocağında meydana gelen grizu patlamasının ardından, provokatif paylaşımlarla halkı kin, nefret ve düşmanlığa alenen tahrik ettiğine kanaat getirilen sosyal medya hesapları hakkında işlem başlatıldı. 6 Şubat’ta yaşanan depremlerden sonra, günlerdir hiçbir yardım alamamaktan şikâyet eden depremzedelerin yaşadıklarını haberleştiren Mir Ali Koçer hakkında soruşturma açıldı. Koçer, ‘sahte bilgiler yaymakla’ suçlandığını söyledi. Osmaniye’de gazeteciler Ali İmat ve İbrahim İmat, depremzedeler için gönderilen çadırların bekletildiği iddiasını araştırdıkları için dezenformasyon yasası kapsamında tutuklanıp bir ay hapis yattı. 14 Mayıs seçimlerinde Mardin Artuklu’da kurulan seçim sandığının kaybolmasına dair haber yapan Ahmet Kanbal’ın, “yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçlamasıyla yargılanması sürüyor. Bunlar sadece birkaç örnek.  

Ve gazeteci Tolga Şardan, 31 Ekim’de T24’de yayınlanan “MİT’in Cumhurbaşkanlığı’na sunduğu ‘yargı raporu’nda neler var?” başlıklı yazısı gerekçe gösterilerek dün gözaltına alınıp tutuklandı. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar’ın HSK’ye gönderdiği dilekçeyle başlayan yargıdaki çürüme tartışmalarıyla ilgili edindiği son bilgilere yer verdiği yazısında Şardan, MİT’in Başsavcı Uçar’ın dilekçesinden kısa bir süre önce Cumhurbaşkanlığı’na iletilmek üzere bir rapor hazırladığını ve raporun adliyelerdeki son 5-6 yılı kapsayan skandal karar, işlem ve uygulamalar hakkında olduğunu belirtti.  

Şardan, dezenformasyon yasası kapsamında, ‘halka yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’ suçlamasıyla tutuklandı. Yazının yayınlanmasından tutuklanana kadar geçen süre boyunca Şardan’ın iddialarını yalanlayan olmadı. Yasada belirtildiği üzere yazı halkta endişe, korku, panik de yaratmadı. Ancak iyi gazeteciliğin doğal bir sonucu olarak okuyanları şoke etmiş olabilir tabii. Bir ülke için yargının yozlaşması mı daha büyük güvenlik tehdididir, yoksa fikri takip yapan bir gazetecinin yazdığı haberler mi? Keşke cevaplaması bu kadar basit sorular sormak zorunda kalmasak.  

*Cicero