Kuşların baktığı yerden bakarsak, yazar/ kitap/ okur üçlüsünde keyfi yerinde olanın okur olduğunu düşünebiliriz.. Öyle ya, kitap...

Kuşların baktığı yerden bakarsak, yazar/ kitap/ okur üçlüsünde keyfi yerinde olanın okur olduğunu düşünebiliriz.. Öyle ya, kitap raflarında alıcı bekleyen kitabın üstünde gezinen okurun elinin utlak iktidarı var. Kimi, hangi kitabı seçeceğine karar verip, kitabı alacak olan biricik muktedir. Onca yazarın da gönlünü çelmek istediği tek sevgili o. Rafta duran kitabı uzanıp alırsa, yazmanın bir anlamı var. Almazsa, yazarın kağıda sorduğu soruları yine kağıtlarda kaldı demektir.
Bu yazdıklarım doğru olsa ne iyi olurdu. Okur ile yazar arasına başka etmenler girmeseydi keşke. Okurun kitap alma, kitabı seçme  ve okuma özgürlüğü olsaydı keşke. Yayıncılık ve buna bağlı olarak dağıtım alanındaki tekelleşmenin tek olumsuz sonucu küçük yayıncıların kitap dünyasından yok edilmesi değil. Okurun da okuma özgürlüğü, seçme özgürlüğü elinden alınıyor.
Gazetelerin çok satar listelerine bakın. Hatta son on yıla bakın. Meğer ülkemizde ne kadar az yazar varmış! Kitapçı vitrinleri de öyle. Okur, çoktan seçmeli bir kitap manzarasından, farklı seçeneklerden yoksunlaştırılıyor.
Matbaanın gelişimi ile, kitap Avrupa’da endüstri ürünü olmuştur. Öyle ki, 15. yy.da Avrupa’da basılan kitap sayısı 1000 iken, 1815 yılına gelindiğinde yıllık “üretim” 20.000 olmuştur. (C. McEvedy, ModernÇağ Tarih Atlası, Sabancı Üni. çev. A.Anadol). Bu artış eğrisinin günümüzde geldiği sınırları tahmin etmek zor değil. Bu gelişim çizgisi, kendi iç sistemini de kurmuştur. Örneğin sözünü ettiğimiz batıda, bizden daha sert dağıtım ve yayın tekelleri oluşumuna tanık olunmuştur. Ancak, okurun kitaba ulaşmasının yolları da sistem içinde çözülmüştür; yaygın kütüphaneler ağı. Hatta delicesine!
Gelelim öykünün bizden yana kısmına. Bizde de batıya uyum gösterildi. Derhal yayın ve dağıtım tekellerin oluşturuldu. Seçeneği sermaye belirler hale gelindi. Bu arada sorunun eş boyutu olan kütüphaneler kimin umurunda? Kan ağlayan “küçük yayıncılar” biraz daha kan ağlasın!
Ülkemize matbaayı İbrahim Müteferrika’nın getirdiğini söyler dururuz. Hatta övünürüz de. Batıda matbaa bulunduktan 290 yıl sonra bize gelmiş olsa da... Geç olsun, güç olmasın tesellisi ile kendimiz avuturuz. İyi de, 1726’da matbaa kurulduktan sonra, 1815 yılına kadar İstanbul’da kaç kitap basılmış? Tahmin etmeye kalkmayın; 63! Bu sayının dışında hattatların yazdıkları, elle yazılan, çoğaltılan başka kitaplar da olmuştur. Ancak, matbaadan çıkan bize ait, dindışı kitap sayısı (dinsel olanlar için matbaa yasağı vardı zaten) altmış üçtür.
Bu tablodan iki olumlu sonuç çıkarabiliriz. Birincisi, bizim ülkemizde kitabın “mal” olması, endüstri ürünü olması en azından birkaç yüz yıl gecikmiştir. Kitabı, Avrupa gibi erkenden pazar malı yapmamışız. Gerçi o dönemde o malı alacak okur da batıya göre çok azdı. Okuma yazma oranında epey gerilerdeydik çünkü. İkinci olumlu ve zoraki sonuç; matbaayı 1453’de Gutenberg bulmadan, ondan 200 yıl önce Çinlilerin bulmuş olması! batılılar bulunanı geliştirmiş, Çin’in tahta matbaasını endüstrileştirmiş, o kadar. En azından bir Asyalı hemşerimizin becerisi matbaa. Ama hala Avrupa merkezli kaynaklar Gutenberg’i milad alır; bu da başka bir sorun.
Çıkaracağımız olumlu sonuçlar bu kadar. Bundan sonra, özellikle son yıllarda, aradaki endüstri farkını hızla kapatmak için var güçle çalıştık. Batının deneyimlerini öğrenmek için batılı yayın tekelleri ile ortak olduk.
Özgürlük sorunu bu işin neresinde diye soracak olursak, tam da ortasında. Yoksulluğun arttığı zamanda, kitap elbette ekmekten sonra gelir. Ama okurun en az ekmek kadar kitap okuma hakkı da vardır. Bu aynı zamanda özgürlüktür. Hem de Anayasa’da madde madde yazılmış bir anayasal hak ve anayasal özgürlük.
Bu hak, “sosyal devlet” beklentisi ve iddiası içerikli bir talep değil. Salt, çıplak hak olduğu için yerine getirilmesi gereken bir hak.
Bir de ne var? Okurun, istediği kitaba ulaşma hakkı ve özgürlüğü var.Yani, endüstri dışından ürün alma hakkı. Bu da  yine salt/mutlak ve çıplak bir hak; kamunun yükü, görevi, ödevi olan bir hak. Kamusal erk, dağıtım şirketlerini koruyup kolladığı kadar endüstri dışından kültür ürünü talep eden bireyi de korumak kollamak zorunda. Okurun saf iktidarı için, kitabın “pazar haline” de özgürlük gerek.