Nedense Uludere’den sonra bunlar aklıma geldi, artık yorulduğum için ya da sessiz çığlıktan öte...

Nedense Uludere’den sonra bunlar aklıma geldi, artık yorulduğum için ya da sessiz çığlıktan öte yapacak bir şey bulamadığım için olabilir. Gittikçe gerçeklikten kaçma edimi değişti, Zeki Demirkubuz’un dediği gibi, eskiden insanlar bitkilerinin genetiğiyle oynadıkları için tartışıyorlar, itiraz ediyorlardı, ne kadar haklı olurlarsa olsunlar, başardılar bunu, gittikçe doğal ürün bulmak arkaikleşiyor. Şimdi bütün bunlar yetmediği için hakikatten gerçeğin genetiğiyle oynuyorlar, sürekli sanal olanla sarıp sarmalanan gerçek erişilmez hale geliyor. “Kendi Führerini seçmek istediğin her yerde, artık hiçbir emeğe saygı gösterilmiyor, senin büyük dostlarının emeğinin ürünlerini çalmakla yetiniyorlar. Sen artık yetenekleri ödüllendirmiyorsun, çünkü bir yeteneğe saygı ya da minnet duyduğun zaman, özgür bir Amerikalı, Rus ya da Çinli olmaktan çıkacağını sanıyorsun. Yıkmayı tasarladıkların, her zamankinden daha çok gelişiyor, kendi yaşamın gibi korumak ve saklamak istediklerini de yıktın. Dürüstlüğü bir “duygusallık” ya da bir “küçük burjuva” alışkanlığı gibi sayıyorsun, başkalarının emeğine saygı göstermeye “dalkavukluk” diyorsun. Bağımsızca düşünmen gereken yerde dalkavukluk, açık sözlü olman gereken yerde de nankörlük ettiğinin ayrımında değilsin.” (Reich) “Başını omuzlarının üzerinde tutuyor ve dans ederek özgürlük ülkesine doğru ilerlediğini sanıyorsun. Bu derin düşlerden uyanacaksın küçük adam ve kendini güçsüz, yere serilmiş bulacaksın. Verilen her yerde çalıyorsun, çalınan yerde sen veriyorsun.” (Reich) “Polis senin yakanı bu işten kurtaramaz, küçük adam. Hırsızları yakalayabilir ya da trafiği düzenleyebilir, ama senin özgürlüğünü sağlayamaz. Sen kendi özgürlüğünü kendi elinle yok ettin ve o saçma düşüncelerinle de hala yıkıyorsun. “Birinci Dünya Savaşı”ndan önce, bir ülkeden diğerine gitmek için pasaporta gereksinim yoktu. Savaştan sonra “özgürlük ve barış için” pasaport diye bir şey uyduruldu ve bu seni pireler gibi izlemeye başladı. Eğer Avrupa’nın içinde üç yüz kilometre kadar bir yolculuk yapmak istiyorsan, on kadar ülkenin elçiliğinden vize istemen gerekiyor. İkinci ve “son” dünya savaşının üzerinden yıllar geçti, ama bu durum değişmedi. Üçüncü, dördüncü ve sonuncu savaştan sonra da bu böyle sürüp gidecek.” (Reich) Hep birlikte haykırıyorsun, çok tedirginsin, gerilimini birilerini suçlayarak birlik ararken, husumetinin esiri oluyorsun: “Beni dinleyin, bu adam benim vatanseverliğimi ve ulusun şanını kirletiyor!” Bu sözleri haykırmak seni rahatlatmıyor ama, vahşi baskıyı kutsamak için yaptığın her şey yeni gerilimler yaratıyor, intikam almak için yanıp tutuşurken kendini daha çok ateşe atıyorsun. “Bazı ülkelerde küçük adamlar senin herhangi bir kimsenin kölesi olma arzunu iyice incelediler ve fazla bir çaba göstermeden büyük küçük adamlar olmayı öğrendiler. Bu büyük adamlar da senin bulunduğun yerden geldiler; bir sarayda ya da şatoda büyümediler. Senin gibi aç kaldılar, senin gibi acı çektiler. Yerleşik efendilerin yerlerini almayı çok çabuk öğrendiler. Senin özgürlüğünü güvence altına almak için yüzyıllarca kültürel çalışmanın, senin mutsuzluğun için kişisel özveride bulunmasını, canını bile vermenin çok pahalıya mal olduğunu anladılar, çünkü sen dönüp dolaşıp sonunda tutsaklığı seçiyordun. Özgürlük büyük düşünürlerinin bir yüzyılda geliştirdiklerini ve çektikleri acılar, 5 yıldan daha kısa bir zamanda ortadan kaldırılabilir oldu. Senin bulunduğun yerden gelen küçük adamlar, bu süreci daha da kısalttılar: Gün ortasında ve barbarca çalışıyorlar. Dahası, senin yaşamının, ailenin ve çocuklarının önemsiz olduğunu, yani senin aptal ve dalkavuk olduğunu, senden ne istenirse onun yapılabileceğini, sana anlatmak için sıkıntıya girmiyorlar. Sana kişisel bir özgürlük vermiyorlar, ulusal özgürlük veriyorlar. Sana insan olarak, devlete, kişinin büyüklüğüne değil, ulusun büyüklüğüne saygı için söz veriyorlar. Sanki “kişisel özgürlük” ve “kişisel büyüklük” sana hiçbir şey demiyor ve “ulusal özgürlük” ve “devletin çıkarları”, kemik gördüğünde sevinen bir köpek gibi senin ağzının suyunu akıtıyor. Bir… Karl Marx’ın, bir İsa’nın … özgürlük için ödediği bedeli, bu küçük adamlardan hiçbir ödemiyor. Onlar seni sevmiyorlar, seni aşağı görüyorlar, çünkü sen kendini aşağılıyorsun, küçük adam! Onlar seni büyük iş adamlarından daha iyi tanıyorlar. Senin bilmen gereken kendi zayıf yanlarını, onlar biliyorlar. Onlar seni bir simge uğruna harcadılar, sana egemen olacak gücü sen onlara veriyorsun. Kendi efendilerini iktidara getiren sen oldun; onların maskeleri düştüğü halde ya da düştüğü için sen onları yine de besledin. Sana bin kez söylendi; “Sen sorumsuz aşağılık bir yaratıksın ve öyle kalacaksın.” Ve sen onlara “Kurtarıcılar”, “Yeni özgürlükçüler” diyorsun ve “Heil, Heil!”, “Viva, Viva!” diye avaz avaz bağırıyorsun. Bu yüzden senden korkuyorum, küçük adam, hem de ölümcül bir biçimde! Çünkü insanlığın geleceği sana bağlı. Ve korkuyorum, çünkü sen kendinden kaçtığın kadar hiçbir şeyden kaçmıyorsun.” (Reich) “Senin küçük adamlarından seni ezenleri yarattığını, gerçek büyük adamlara işkence ettiğini, onları çarmıha gerdiğini, öldürdüğünü, açlıktan ölmeye bıraktığını, onların kişiliklerini ve senin için çektikleri üzüntüleri bir kez olsun onaylamadığını, kendi yaşamının gerçekleşmesini kime borçlu olduğunu hiç mi hiç bilmediğini kabul etmen gerekir. Senin verdiğin yanıt şu: “Sana güvenmeden önce, senin yaşam felsefeni öğrenmek isterim!” Oysa ben sana yaşam felsefemi açıklayacak olsam, sen soluğu hemen cumhuriyet savcısının odasında alırsın, gider “(Küçük) Amerika’ya karşı etkinlikler Komitesi’nin, …kapısını çalar tehlikeyi bildirirsin ya da uzaklara kaçarsın… Seni baskı altında tutanlar daha dün yüksek tabakalardan gelirken, şimdi senin kendi sınıfının içinden çıkıyorlar. Onlar senden bile küçükler, küçük adam. Çünkü senin yoksunluğunu deneyimle tanımak, sonra da onu seni daha iyi sömürmek ve daha çok ezmek için kullananların çok alçak olması gerekir.” (Reich)