Oto-sansür, kişinin kendini sınırlamasıdır.

Oto-sansür, kişinin kendini sınırlamasıdır. Bu sınırlamanın basın alanında yaşanılan hali çok uzun yılların tartışma konusudur. Eski bir sorundur. Bu konuda görece yeni olan ise, otosansür ediminin, son zamanlarda genel bir “ahlak” halini almış olmasıdır.

Bu ahlakın çerçevesini, içeriğini, etkenlerini ve sonuçlarını tartışmak ayrı bir konu...
 
Oto-sansüre yalınkat bir yaklaşımla, sadece etimolojisine girmek bile bizi belli bir derinliğe ulaştırabilir. Kavramsal ve olgusal bağlamda bir yığın örnek karşımıza çıkar. Yani bu kavramın sözlük anlamı ve söz kaynağı bile geniş bir boyuta sahiptir.
 
Karşımıza çıkan “genişlik” içinde belki de, yaşamakta olduğumuz bu zamanda yoğunlukla yaşanan temel görünümlerden olan “gerçek” otosansürü atlayabiliriz.

İktidar karşısında kişinin kendini bağlaması bir entellektüel intihardır en başta. Her sorun böyle yeni bir tartışma, yeni bir söz kapısı açıveriyor bize.

Böyle ilginç zenginliklerimiz var.

Bunun gibi sayısız kültürel zenginliklerden biri de kavramsal iktidar ile gerçek iktidar tartışması! Burada iktidarı, olumsuz bir katmanda kullandığımı söylemeye gerek yok: Ezen, sömüren bir sınıfın iktidarı...
 
Düşünsel planda, iktidarı bir kavram olarak çok doğru bir biçimde ele alıyor kimi kişiler. Değerlendirmelerinde, iktidara ilişkin eleştirel bir içerikte olmak üzere en radikal yaklaşımlara sahipler. Bunda bir sakınca veya yanlış yok. Sonra, ülkemiz açısından bir gerçeklik olan “AKP iktidarı” fenomeni gündeme geldiğinde, kavramsal iktidarın bütün olumsuzlukları siliniveriyor. Başka bir iktidar tanımı çıkıyor karşımıza. Hiç de kavramsal iktidar eleştirilerindeki içerikle uyuşmayan. Neredeyse, yumuşak, bükülgen, demokratik bir toplumsal proje vs. Bunu çözmeye çalışıyorum, aklım yetmiyor.

Etimolojik yaklaşım son derece yalın demiştim yukarıda; iktidar tartışmasında etimolojisi bile vız geliyor. Sorunu farklı bir boyutta –çarpıtarak- tartışmanın da gizli bir oto-sansür olduğundan şüphelenmeye başlıyorum. Soyut iktidara vur, somutu sev!

Oto-sansürü çok iyi biliyoruz aslında. Bir çeşit düşünsel ötenazi. İşte tam da sözün burasında başka bir şey çıkıp geliyor yarım aklıma; bir de oto-stop sorunu var. Oto-sansürden yola çıkarak varılan bir durak. Yeni bir kavram uydurma özgürlüğü tanıyorum kendime burada.

Oto-stop bildiğimiz anlamıyla yolda durup bir arabaya binip gitmek değil bu minvalde, yani eylemsel bir gitme, az biraz “çılgınlık” içeren bir düzendışı eylem durumu değil sözkonusu olan.

Ya nedir?

Oto-stop, gitmek için yola çıkıp araba durdurmak değil, yolun dışına çıkmak, hatta kaçmak ve kendini durdurmak. Olunması gereken muhalefet yolunda olmamak. Kimseye, en radikal eylemleri yapsın deme hakkım ve haddim elbette yok. Namuslu bir muhalefet yolunda iki çift söz, bir satır yazı; hepsi bu.

Gitmenin tersine kendi kendini durdurmanın yaşandığı bu zamanda, oto-stop başlıyor. Düşünsel ve eylemsel olarak; düşünmemek, yazmamak, duymamak, yapmamak, yani eylememek.

Kavramsal iktidarın değil gerçeklik olarak iktidarın yarattığı günümüzün vahim bir sonucu ile karşı karşıyayız. Oto-sansür durağını, sınırını çoktan aşmış, geride bırakmışız.

Cümleten oto-stopcuyuz!
 
Haftanın dizesi; “dayanmak hıncın tekrarına işarettir” (Emel Güz, ruhum gövdemde değil, YKY)