Tiyatro mesleğinin çaylaklığına talip olduğumuzda daha, kulağımıza fısıldanan ilk sözlerdendi, belki ilkiydi: Perde kapanmaz!....

Tiyatro mesleğinin çaylaklığına talip olduğumuzda daha, kulağımıza fısıldanan ilk sözlerdendi, belki ilkiydi: Perde kapanmaz! Her ne hal ve şart altında olursa olsun, gösteri sürer. İki dünya savaşı içerisinde, yanıp yıkılan Avrupa şehirlerinde perde hiç kapanmadı. Bombardıman altındaki şehirliler sığınaklardan çıkıp tiyatrolara gitti. Tiyatrolar ve kahvehaneler, yaşama tutunulan birliktelik alanlarına dönüştü. Hayat sürecekti ve bu yüzden perdenin açık kalması gerekiyordu.

Dahası, savaşın yıkımı tiyatro sanatına yeni bir tür de kazandırdı. Kabare tiyatrosu, tam bu yıkımın içerisinde, Almanya'dan bütün eski kıtaya patlayarak yayıldı. 1989 Çözülmesi sonrası Azerbaycan ile Ermenistan arasında patlayan Dağlık Karabağ savaşının en sıcak günlerinde, ne Erivan'da ne Bakü'de perde kapandı. Gürcistan ile Abhaz-ya ve Güney Osetya içsavaş halindeyken, halkları biribirinin düşmanı kılan kirli oyuna inat, sahnedeki temiz oyun hep sürdü.

İçsavaşın azalarak devam ettiği bir dönemde, İstanbul Şehir Tiyatrosu ile Tiflis'in Meteki Tiyatrosu, her türlü riski göze alıp, argonotların haritasını, yolunu izleyerek İstanbul'dan Tiflis'e uzanan "Altın Post" oyununu gerçekleştirdi.

Rafael Alberti, Prado Müzesi'nde Savaş Gecesi isimli eşsiz oyununda, falanjistlerin saldırısı altındaki Prado Müzesi'nin savunuluşunu anlatır. Benzeri bir yaşanmışlığı, Tiflis yakınlarında bir tiyatroyu silahlarıyla savunan tiyatrocuların öyküsünü, Altın Post oyununun yazarlarından Tarık Günersel'den dinlemiştim. Masal ülkesi Yugoslavya'yı küresel saldırının genel prova sahasına dönüştüren Bosna savaşının en yıkıcı günlerinde Susan Sontag Saraybosna'da Godot'yu Beklerken'i sahneye koydu. Kuşatma altındaki Saraybosna'da akşamları karartma uygulandığı dönemde, tıpkı Tiflis'te olduğu gibi, suareler iptal edildi ama bu kez öğlen saatlerinde perde gene açıldı.

Gelenek tuhaftır. Kendine has bir kıvamı vardır ve tarif edilmesi pek mümkün olmayan bir büyüsü. Geleneğin itici gücü "saltık" olarak kendisindedir. Akıl sır ermez biçimde, kendi kendisine ivme kazandırarak olmadık koşullar içerisinde bile sürekliliğini yitirmez. Tam da bu nedenle, geleneğin aşındırılması, giderek ortadan kaldırılması, büyük kültürel yıkımlara yol açar. Tarih bunun fena örnekleriyle doludur.

Bizim de, perde kapatma konusunda değişik bir sicilimiz var ve yazık ki bu sicilden övünme payı çıkartamayız. Bizde, oyuncunun uzun ve çileli geçmişi, perdeyi hep açık tutma direnci ile bitişiktir. Sicilimizi bozan, perdeyi külliyen kapatma, yani tiyatro binasını ortadan kaldırma yönündeki benzersiz pratiğimizdir. 19. yüzyılda İstanbul'daki tiyatro binası sayısının günümüzdekinden kat be kat fazla olduğunu yazıp söylemekten dilimizde tüy bitti. İstanbul'da tiyatro geleneğinin sembolü olan ve efsanesi hâlâ yürüyen Tepebaşı (Dram ve Komedi) Tiyatrosu'nun hazin ve ibretlik hikâyesi dahi sicilimizi bozmaya, tek başına yeter ve artar.

Bir süredir, Atatürk Kültür Merkezi ve İstanbul Şehir Tiyatrosu'nun merkez binası olan Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi üzerinden hararetli tartışmalar sürüyor. Sevindirici olan, bu tartışmaların sonucunda, olumlu gelişmelerin de yaşanması.

AKM, 5706 sayılı İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Hakkında Kanun'un 11. Maddesi a bendi ile Koruma Kurulu'nun gözetimine devredildi. Zaten öyle olması da gerekiyordu. Aynı kanuna eklenen bir bent ile, Ayazağa'da-ki kültür merkezi inşaatının tamamlanması da hüküm altına alındı. Muhsin Ertuğrul Sahnesi ile ilgili gelişmeler henüz netlik kazanmadı. Nedir, işin erbabı, Kongre Vadisi ve ilişik tiyatro binası yapılmasının mümkün olmadığı, söz konusu yapılaşmanın ancak Muhsin Ertuğrul Sahnesi aynen korunarak ve bağlı sanatsal faaliyet alanları üretecek biçimde yapılabileceği görüşünde.

Bu tartışmanın da bir hayırlı verimi olacak gibi görünüyor. Şişhane'de bir tiyatro binası yapılması için Büyükşehir Belediyesi proje yarışması açmaya hazırlanıyor. Yarışma jürisi de toplantılarını hararetle sürdürüyor. Bu projenin yakında kamuoyuna açıklanacağını umuyorum.

Ben, sahnesine adım attığımdaki adı Harbiye Şehir Tiyatrosu olan Muhsin Ertuğrul Sahnesi ile ilgili yansız olamam. Abartmadan söyleyeyim, her milimetrekaresine dokunduğum o binayla aramda tinsel bir bağ var. Kulağımıza fısıldanan o ilk söz ile bu tinsel bağ bir araya geldiğinde, farklı bir acıya bürünüyo-rum. Çünkü...

Çünkü, tarihinde ilk kez, perdesini açamadı Muhsin Ertuğrul Sahnesi. Ben meşveret kapısının her daim açık tutulmasından yanayım. Konuşulur, tartışılır, doğru bir yol bulunur ya da bulunmaz ama akıl yedeğe çekilmez. Kamusal alanda, çoklu akıl kullanılması zorunludur. Bugün o çoklu akıl, bir kez daha tiyatro mesleğinin kutsal sözünü söylüyor: Perde kapanmaz! İstanbul'un en değerli, donanımlı sahnesi, bir an önce perde açmalı, seyircisine, oyuncusuna, teknisyenine, terzisine, kuaförüne, yaşantısına kavuşmalı.