Yine mi peygamberdevesi demeyin; bu kez kadroda karınca ve ağustos böceği de var. Kadro zengin ama, bu sefer de, hikâye bildik;

Yine mi peygamberdevesi demeyin; bu kez kadroda karınca ve ağustos böceği de var. Kadro zengin ama, bu sefer de, hikâye bildik; yazın sıcağında durmaksızın çalışan oğul karınca babasına sorar; ‘baba biz bu sıcakta çalışırken, ağustos böceği, ağaçların gölgesinde, yan gelip yatıyor, niçin biz de onun gibi yapmıyoruz?’ Baba karınca bir miktar asabi vaziyette; “bak evlat” der, “kış geldiğinde, sıcak yuvamızda, biz kestane kebap yaparken,  bu hergele, titreyerek, kapımıza gelecek ve bizden yardım dilenecek; işte o zaman anlayacaksın, niçin bu sıcakta çalıştığımızı”.
Bütün yaz, ağustos böceğinin ilerde düşeceği sefil hali düşleyip, şikâyet etmeden çalışıp, ter döken oğul karınca için, kış gelip, kestane ateşe konulduğunda, akılda kestaneden çok, ağustos böceğinin beklenen ayak sesleri vardır.
Nitekim, beklenen an gelir; ayak sesleri duyulur, kapı çalar. Kendinden emin baba karınca kapıyı açtığında, hemen arkasında oğul karınca durmaktadır. Ancak, karşı karşıya oldukları manzara öngörülenden bir miktar değişiktir; kürkler içinde, hiç de perişan görünmeyen ağustos böceği, kibarca seslenir; “Alpler’e, kayak yapmaya gidiyorum da, oralardan istediğiniz bir şey var mı diye sorayım dedim”.
Kapı ağzında, baba karıncayla oğlunun göz göze geldiği an, sadece bir hayal kırıklığının değil, bir düzenin de çöküş anı olarak tespit edilebilir. Öyle ya, yan gelip yatanlar, her zaman sizden daha iyi durumdaysa, niçin çalışıp, üreteceksiniz ki? Üstüne üstlük, bir de sözünü tutamayan bir babanız varken!
Eğer günümüz dünyası, birçok insan için, bir hayal kırıklığına dönüşmüşse, bunun gerisinde, yukarıda anlatılana benzer, irili ufaklı sayısız hikâye olduğundan emin olunuz.
Eğer bugün Sümerbank tesislerinin, şeker fabrikalarının, Karayolları hizmet birimlerinin yerinde, haz ve keyif toplumunun mabetleri olan alışveriş merkezleri yükseliyor ve toplumun geniş bölümü bu durumdan rahatsız olmuyorsa, bakılması gereken yerlerden biri, bu kurumlarda yıllarca çalışan insanlara ne olduğudur.
Sümerbank tesislerinde otuz yıl çalıştıktan sonra, emekli ikramiyesiyle bir ev alamayan işçinin, şeker fabrikasının kuruluşuna şahitlik edip, katkı yaptıktan sonra, ölümcül hastalığa yakalanıp, kendisinden istenen bıçak parasını bulamayan mühendisin, Karayolları Genel Müdürlüğü’nde çalışıp, akşamları da, taksi şoförlüğü yapmak durumunda kalan memurun hikâyesi, aslında, oğul karıncanın hikâyesidir; vaat edilen cennetin olmayışı ve daha da önemlisi, (sembolik) babanın yetersizliği ya da ihanetiyle sonuçlanan bir hikâye.
Hani filmlerin sonunda, kahramanlara daha sonra ne olduğu yazılı olarak verilir ya,  o havada bitirelim yazımızı;
Baba karınca yaşadığı yıkımın etkisiyle, hikâyenin geçtiği kışı çıkaramadı. Çoğunluğunu yaşlı karıncaların oluşturduğu sınırlı bir kesimin katıldığı hüzünlü bir törenle gömüldü.
Ağustos böceğinin, Alpler’e giderken mi, dönerken mi bilinmiyor ama, peygamberdevesi tarafından (kafasından) yendiği rivayeti ortalıkta dolaşıyor.  Bir başka söylentiye göre, ağustos böceği aslında taklitçi bir peygamberdevesinden başka bir şey değilmiş.
Oğul karıncaya gelince; sık sık (Sümerbank tesislerinin yerinde yükselen) alışveriş merkezinde boy gösteriyormuş; kimileri orada kasiyer olarak çalıştığını, kimileri alışveriş yapmaya gittiğini söylüyor. Etrafındakilere, kredi kartlarında biriken borçlarından söz ediyormuş.
Bir de, tüm kızgınlığına karşın, eski günleri ve babasını özlediğinden!