Partilerin ve örgütlerin tepe organlarının değişken süreçler ve öznellikler karşısında yetersiz kalmaları normaldir. Kralın çıplak olduğunu söyleyecek çocukların yetişmediği bir kültürdeyse, gören ve gördüğünü (her platformda) söyleyen muhalif öznelere ihtiyaç vardır

Politik-ilik

MURAT MÜFETTİŞOĞLU

"İnsan insana nasıl hükmeder, Winston?” Winston biraz düsünüp “Acı çektirerek” dedi.

Politbüro, SSCB döneminde parti politikalarını belirleyen en üst organdı; 1991’de SSCB’nin dağılmasıyla sona erdi. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, gelecek başkanlık dönemi için “ideolojik destek ve yeni ekip oluşturma” arayışları içinde olduğu, bu sebeple ‘Politbüro 2.0’ tartışmaları başlattığı söyleniyor.

Ne Politbüro’nun geçmiş faaliyetlerini yorumlamak, ne de Rusya’nın mutat başkanının destek arayışları hakkında aktüel değerlendirmeler yapmak niyetindeyiz. Niyetimiz; ‘politika belirleyen büro’ olarak da açabileceğimiz ‘polit-büro’ kavramından yola çıkarak deneysel bir yazı kaleme almak, mümkünse daha işe yarar bir kavramın içini doldurmaya çalışmaktır.

Kemik iliği, başta kan hücreleri olmak üzere her tür hücreyi üreten bir fabrikaya benzetilebilir. İliğin işlevini yerine getirememesi sağlıklı bir ilikle değiştirilmesini gerektirir. Toplum sağlığı hakkında fikir yürütmeye çalıştığımızdan tıbbi bir analoji yapalım, kavramımızı ‘politika üreten ilik’ anlamında ‘polit-ilik’ olarak tespit edelim. Dolayısıyla yazımız, politika belirleyen bütün tepe organlarının varlık nedenlerine kuşkuyla bakılması esasına dayanmakta, muhalefetin ihtiyaç duyduğu taze kanı üretecek ‘politik-iliğin’ naklini el birliğiyle gerçekleştirmeyi önermektedir.

Politik değişkenlerin iyice çeşitlendiği günümüzde ‘ana muhalefet’ sathındaki bildik ezberler ve yöntemler ‘siyasal iktidarı’ yerinden etmede tek başlarına yeterli olmadıklarından, “yeni” tezlerle ve deneysel pratiklerle desteklenmeleri artık zorunluluktur. Meseleyi, ‘bildik yöntemlerin layıkıyla uygulanamaması iddialarına’ ve/veya ‘(sağ) popülist dilin ele geçirilmesi çabalarına’ indirgemek, varlığından rahatsızlık duyulan ‘iktidarın’ varlığına tesir edememek ‘açmazından’ kurtulmayı güçleştirmektedir. Bu handikaplı hal, hem siyasal iktidarı hem de onu ayakta tutan ‘kısır dengeyi’ dolaylı biçimde korumak anlamına gelmektedir ki, hem sistemin hem de rejimin istediği tam da budur. Avını ağına düşüren örümceğin onu tamamen yemek gibi bir niyeti yoktur. Ağında takılı kalmasını sağlayarak kısmi felce uğratmak, böylece kontrolünü kolaylaştırmak derdindedir. Aslında her şey olması gerektiği gibidir.

Kontrollü ‘ana muhalefet’

Kapitalist demokrasilerde ‘siyasal iktidarın’ varlığı, kontrolü kolay bir ‘ana muhalefetin’ varlığına bağlıdır. Bu tarz bir muhalefetin bir gün iktidarı ele geçirmesi, (gerçekte) kısır dengenin rötuşlanarak idame ettirilmesi demektir. İlaveten; tek taraflı yasalarla güvence altına alınmış bir ‘siyasal iktidar-ana muhalefet dalaşı’ kapitalist demokrasilerin temel dinamiğidir. Hâlbuki, adıyla sanıyla hakiki muhalefetten beklenen; (1) iktidarın tarihsel fizyolojisini ve anatomisini doğru kavramak, (2) değişken tezlerle ve deneysel pratiklerle onu şaşırtmak, (3) beklenmedik anlarda sarsıcı vuruşlar yapmak, (4) bütün bunları yaparken kendi yapısallığından ödün vermemektir.

İktidar, oluşmaya başladığı andan itibaren statükolaşmaya meyilli yapısıyla belirgin bir varlık alanına sahiptir. Buna mukabil, girdiği ekonomi-politik evreler itibarıyla küresel ölçekte yayıldığı, bedensel(bio-iktidar) ölçekte de kendini ürettirmeyi başardığı doğrudur. Ancak, ülkeler/devletler bazında sermayenin yoğunlaştığı, yönetim ve kontrolle ilgili kararların alınmaya devam ettiği merkezler hala mevcuttur. Kabaca resmetmeye çalıştığımız bu yayılım ve birikim fazlı görüntü bile, mücadeleyle ilgili (yeni) varyasyonların gerekliliğini idrak etmek için yeterlidir. Zira, (1)merkezle, (2)merkeze bağlı halkalarla, (3)merkezden ve merkeze bağlı halkalardan oluşan klientalist ağa mensup tikel unsurlarla mücadele etmenin yöntemleri ve dili arasında farklar olsa gerektir.

Başkanın ve/veya ‘dar kadronun’ tabanla ilişkisi zayıfladığında ‘politik kurgu ve baskı’ kaçınılmaz hale gelir. İktidar için ‘çöküşten önceki son çıkış’ anlamına gelen bu nokta ‘ütopyadan distopyaya dönüşümün başlangıcı’ olarak da tasvir edilebilir. Amaç, vatandaşları yarı uyur kılmaktır. Lakin kimin gerçekten uyuduğu, kimin uyurmuş gibi yaptığı belirsizdir

İçsel dinamikleri ve çevresel ilişkileri dikkate alındığında, sadece kendi varlığını sürdürmeye dönük bir organizma gibi davranan ‘iktidar’, tüm omurgasızlığına ve değişken fazlı (plazmatik) yapısına rağmen ‘tanımlanabilir’ bir fizyolojiye ve anatomiye sahiptir. Dolayısıyla, uygun yerlerinden kesitler alma, sonuçlar çıkarma ve nihayet bertaraf etme olanağını (aslında) her zaman muhalefete verir. Binlerce yılda kurumsallaşmış, dar alanda bürokratikleşmiş bir yapının tamamen gizlenmesi zaten söz konusu olamaz. Gelgelelim, fıtratında gayrı meşruluk ve gayrı ahlakilik barındırdığından çoğu zaman gizlenmeye ihtiyaç duyar. Sorgulanmamayı becerebilmesi, yönettiği kitlenin ezici çoğunluğunu kendine benzetmesinden ve/veya cismani boyuttan “ruhani” boyuta geçerek aşkınlaşmasından ötürüdür. Değişken fazlı yapıdan kastettiğimiz biraz da budur. Destek “olgulardan” biri olarak ‘siyasal din’ ve ‘yerlilik-millilik’ türü gömlekler bu noktada işini kolaylaştırır. Adına statükolaşma da denebilecek bir ‘fiziki’ yoğunluğu garantilemek içinse ‘metafizik’ dayanaklara başvurmak durumundadır. Ne var ki, kendisini er ya da geç bitirecek olan da bu ‘paradokstur’. Zira ideolojik niyeti, davası, organik yapısı ve ahlaki duruşu ne olursa olsun, politik bir oluşumun sürdürülebilirliği, öznel ve nesnel tutarlılığıyla, içsel ve çevresel uyumuyla mümkündür. Sağdan ya da soldan fark etmez, mevcut yapıların çoğu bu bağlamda sorunludur.

Kurumsallaştığı ölçüde kamusallaştığı ‘yanılsaması’ iktidarın gizlenmesini kolaylaştırır. Bunu da, devlet kurumları, şirketler kültürü ve ana akım medya marifetiyle yapar. Böylece, fıtratındaki gayrı meşruluk ve gayrı ahlakilik sorunundan bir nebze “kurtulduğu” söylenebilir. Sıklıkla devreye soktuğu pragmatizmi de politik açıdan derdest edilmesini güçleştirir. Durum buyken muhalefete düşen, ‘tarihsel iktidarın hakikatini’ ve ‘siyasal iktidarın gerçeklerini’ iyi kavramak, gizlendiği noktalardan onu çıkarıp deşifre etmektir. Kesin ilkelerle ve kararlılıkla, en önemlisi tutkuyla ve arzuyla ‘bloklaşması’ konjonktürel bir zorunluluk olmaktan öte hayatta kalma koşuludur.

İktidar etkisine karşı muhalif tepki artar yahut azalır, ancak sıfırlanmaz. İktidarın maddi ve bürokratik gücüne karşı muhalefetin etik duruşu ve dönüştürücü enerjisi vardır. En önemlisi, ‘her zaman her yerdedir’. Eşitlik, özgürlük ve barış sorunu çözülmediği sürece yaşamın kurucu öznesi olmaya devam edecektir, ama az ama çok. Bir gün ‘tek bir özne’ gibi hareket etmesinin olanakları hakkında düşünmek ve düşünülenleri uygulamak reel-politikle sınırlandırılamayacak ölçüde ‘etik-politik’ bir meseledir.

İktidar, kendi proseslerinde yapılandırdığı ‘bilgiyi’ üstünlük sağlamak için kullanırken, ‘muhalif özne’ bilginin bizzat kendisidir. Hayalleri ve ütopyaları da dahil olmak üzere, her düşüncesi ilişkili eylemleri tarafından sorgulanır ve sınanır. Aksi halde, (söz gelimi), baş aşağı duran Hegel felsefesinin Marx tarafından ayakları üzerine oturtulması mümkün ol(a)mazdı. Bu felsefi müdahalenin tetiklediği toplumsal süreçlerin bugün de sürdüğünü, sürmekle kalmayıp geleceği belirleme ihtimalinin güçlendiğini muhalifler kadar muktedirler de iyi bilmektedir. Velhasıl bütün öylü –her şeye rağmen- muhalifliğin üretken ikliminde cereyan etmektedir.

Merkezlerin yetersizlikleri

Partilerin ve örgütlerin tepe organlarının değişken süreçler ve öznellikler karşısında yetersiz kalmaları normaldir. Zira iktidarın kapsama alanında sorun üreten beyin sayısı, tepe organlarda çözüm üreten beyin sayısından her zaman daha fazladır. Kralın çıplak olduğunu söyleyecek çocukların yetişmediği bir kültürdeyse, gören ve gördüğünü (her platformda) söyleyen muhalif öznelere ihtiyaç vardır. Politika üretecek olan da, malum tepe organları değil, organsız ve fakat tek bir beden gibi hareket edebilen muhalif kitlelerdir. Sağlıklı bir politik-iliğe gelince; bahse konu kitlelerin ‘itiraz kültürünü’ içselleştirmeleriyle mümkündür.

Politbüroların, merkez komitelerin, parti meclislerinin vb. yapısallıklarından kaynaklanan sınanmış (aposteriori) yetersizlikleri zamanla demokratik temsile yabancılaşmalarına, giderek bürokratikleşmelerine, derken statikleşmelerine yol açar. Putin’in ‘Politbüro 2.0’ versiyonunun ve ilişkili ‘dar kadrosunun’ eninde sonunda Putin’in uzuvlarını kuvvetlendireceği kesindir, Rusya halklarının değil.

Tepe organ olmanın avantajlarını kullanarak bütün süreçleri güvence altına aldığınızda, (tarihsel) ‘Tanrı-İmparator-Devlet-Başkan’ metamorfozunu tersine döndürmenin olanağını da yaratmış olursunuz: Başta devleti temsil eden ‘başkan’, zamanla devletin kendisi haline gelir; derken çıkar halkaları tarafından ‘imparator’ ilan edilir; nihayet, (fiziki) imparator bedeninden (metafizik) “tanrısallığa” sıçrama yapar. En azından tabanı oluşturan dış halkaların algısı çokluk bu yöndedir. Başkanın ve/veya ‘dar kadronun’ tabanla ilişkisi zayıfladığında ‘politik kurgu ve baskı’ kaçınılmaz hale gelir. İktidar için ‘çöküşten önceki son çıkış’ anlamına gelen bu nokta ‘ütopyadan distopyaya dönüşümün başlangıcı’ olarak da tasvir edilebilir. Amaç, vatandaşları yarı uyur kılmaktır. Lakin kimin gerçekten uyuduğu, kimin uyurmuş gibi yaptığı belirsizdir.

İngiliz yazar George Orwell, kült eseri 1984’te anlatır: Bir distopyanın hüküm sürdüğü Okyanusya ülkesi, parti-devleti İngsos ve onun kurgu lideri ‘Büyük Birader (Big Brother) tarafından yönetilmektedir. Okyanusya, kurgu bir devletle ve kurgu bir yeraltı örgütüyle bitmek bilmeyen bir mücadele halindedir. Savaş görüntüleri ve ordunun başarıları hakkında sistematik yayınlar yapılır. Özel yaşamın ve özgürlüklerin sıfırlandığı ülkede insanlar, imaj görüntülerden takip ettikleri savaş ‘gerçeğiyle’, onun içerdeki yansıması olan baskı ve denetim ‘hakikati’ arasında yaşamaya zorlanmaktadır. Romanın kahramanı olan memur Winston, üyesi olduğu İngsos partisini içten içe eleştirir, ancak bedelini ağır öder. Hafızası ve kişiliği işkencede silinir. Parti-devleti İngsos’un tek bir amacı vardır: İktidarını mutlak kılmak. İdeolojisi ise aynen kitapta yazdığı gibidir:

Savaş barıştır, özgürlük köleliktir, cahillik güçtür!”