Pornografik ölümler…
Son altı ayda yaklaşık bin işçi öldü. AKP iktidarı döneminde ölen işçilerin sayısı ise çoktan on bini aştı. “Takipçisi olacağız”, “Teknik ekipler görevlendirildi”, “Merhumlara Allah’tan rahmet…”, “Kuşkusuz devletimiz…”. Bunlar artık yeni devletin yeni kutsal kitabından ayetlerdir. Ve bu ayetler her ölen işçinin mezar taşına patronları tarafından kazınmıştır. İnsan çocuğunu bile bile ölüme yollar mı? Bu işçiler bu ülkenin çocukları sayılmadı. Soma’da 301 insan diri diri gömüldü de iktidar elini kolunu kıpırdatmadı bir şey yapmak için. Bir Esma kadar değildiler, olamadılar, olamayacaklar da. Çünkü sistemin yürümesi için sömürü şart ve hiçbir insan sevdiğini sömüremez. Ortada sömürülen varsa o sevilmeyendir hatta nefret edilendir. O nedenle nefret ettiğini öldürenlerin döktüğü gözyaşı yalnızca sahtekar bir düzenbazlık sisteminin eseridir hepsi bu.
Hakikaten Soma’da 301 işçinin ölümünde kimler üzülmüştü? Yaşam odalarına Meclis’te ret oyu veren birilerinin üzülmüş olması mümkün müdür? Ermenek faciasını kim yarattı elleriyle? Bu işçileri hangi düzenbaz ahlaksız suyun ve çamurun içinde boğup katletti? Yaşam odalarına el kaldırmayan, ret oyu verenler bu ülkenin evlatları mı? O ellerini her gün hangi Tanrı’ya açıp dua ediyorlar? Yoksa duaları da hayatları gibi bakara makara mı? O dudaklardan hangi dualar dökülüyor? Hangi Tanrı’dan af ve merhamet dileniyorlar insanlar için? Ne için yalvarıyorlar sabah seherlerinde Allah’a? Ben onların okudukları sureleri biliyorum ama dualarını merak ediyorum. Söylediklerini değil, söylemediklerini duymak istiyorum. Kimler için gözyaşı döktüklerini biliyorum ama kimleri umursamadıklarını öğrenmek istiyorum!
Son altı ayda yaklaşık bin işçi öldü. Belki bin çocuk, bin erkek ve kadın, bin anne ve baba, binlerce akraba ve arkadaş da birlikte öldü onlarla. Ermenek’te hortumdan rahat su geçsin diye toprağı elleriyle kazan anne her gün defalarca öldü. Sigarasını yakıp boşluğa bakan baba da öyle. Ölüm artık “göz göre göre”nin de ötesindedir. Ölüm devletin elinde pornografik bir filmdir. Çırılçıplaktır, acımasızdır ve haz verendir.
Türkiye’de doğma talihsizliğiyle var olan Ulus Baker ne de güzel yazmıştı tam da bu halleri anlatırken: “Kazanın çok fazla sayıda meraklıyı ve daha da kötüsü görevliyi etrafa toplayacağı bilinir: Polis, doktorlar, savcılar, gazeteciler, itfaiyeciler, rahat evlerinden çağrılarak palas pandıras oraya getirilen yakınlar, sevgililer... Ortam hiç de layık olduğunuz kadar sessiz değildir. Böyle ölmek, dünyadan sessizce çekilip gitmek olmadığı, olamayacağı için, bir taraftan pornografiye, öte taraftan da reklama dönüşür. Pornografi, bedenin ölmeden önceki, ölüm anındaki ve ölümden sonraki her görüntüsünü, aldığı biçimleri, tecavüzdeki çıplaklığı, adli tıp raporundaki ince ve ayrıntılı betimlemeleri, ertesi günün gazetelerinin ya da televizyon ekranlarının sunacağı dehşet görüntülerini kapsamaktadır: Yanmış, kanlar içinde betona yayılmış, yarı çıplak küvete büzülmüş duran, hareketsiz beden, belki de şimdiye kadar saklanmak, görünmemek istediğiniz herkesin eline verilmiş, orta malı olmuştur... Bilin ki reklamsız ölmüyorsunuz: Pornografi ve reklam olarak ölüm, kendini ölmeye terk etmiş, ölmeye yatmış insanın tek mümkün davranış tarzıdır. Son anında bunu hisseden çoğu kişinin neden yataklarından fırlayıp kendini gücü yettiğince uzaklara taşımaya çabaladığının sırrı bunda yatıyor olsa gerek. Ölmek, böyle bir ortamda bir isyan olmalıdır…”
Artık iktidar çırılçıplak, dümdüz, eğrisi olmayan ölümler yaşatıyor kullarına. Hem de ‘göz göre göre’nin de ötesinde. Yalnızca “ölebilmek kabiliyetlerinin” olduğu düşünülen insanlar maden ocaklarında, sokaklarda, hastanelerde ve bilcümle diğer yerlerde devlet tarafından ölüme terk edilip yoksullukları ve çıplaklıkları sergileniyor. Soma katliamından sonra babası katliamdan sağ kurtulan bir çocuğun “Keşke benim de babam ölseydi de ben de bu kadar çok hediye alsaydım” sözleriyle son buluyor insanlık ve film başlıyor yeniden. Üç film birden devamlı. Soma, Ermenek ve…