İster Karagöz isterse Kavuklu ya da sinemamızın ilk elli yıllık tarihindeki komedi filmlerine baktığımızda büyük oranda tipler üzerine

İster Karagöz isterse Kavuklu ya da sinemamızın ilk elli yıllık tarihindeki komedi filmlerine baktığımızda büyük oranda tipler üzerine kurulduğunu görüyoruz. Bir tür aşırı hareketler, dili bozup özel bir aksanla konuşma ve çok basit bir olay örgüsü.
Sinemada ilk komedi oyuncumuz Şadi Karagözoğlu’ndan Sadri Alışık’a kadar bu komedi tarzı pek değişmez. ‘Görmemişin, hayatın kurallarını bilmemişin’ hikâyesi üzerini kurulur. Bu tip halka yakındır birincisi. İkincisi ise bu tip büyük oranda delikanlı birisidir, meraklıdır ve merakından başına çok şey gelir. Çoğunlukla yoksuldur ve dünyanın halinden pek anlamaz, aklı ermez olan bitenlere.
Bu mizahi yapıyı  belirli oranlarda değiştirme işi 1970’lerde olabildi. Nasıl mı? Sinemadaki ilk komedi oyuncumuz Şadi Karagözoğlu 1921’de tiyatroda başarıyla canlandırıp ün kazandığı ve daha sonra soyadı kanunu çıktığında sahne adını kendisine soyadı olarak almasını sağlayan tipi sinemaya Bican Efendi olarak uyarlamıştı. Çıkış noktası ise o yıllarda dünya çapında ün kazanan Charlie Chaplin idi. Bican efendi çok tutulunca Bican Efendi Vekilharç ve Bican Efendinin Rüyası gibi devam filmleri de çekilmişti. Ancak önemli bir sorun vardı.
Osmanlı  mizahı ve onun yirminci yüzyıldaki devamının gerçek sorunu ‘bir dert üzerine kurulu, ama genel olarak bir anlatıya dönüşen’ bir sahneyi hiçbir zaman kuramamasıdır. Yani bu tip mizah hiçbir zaman ‘skeç formatını’ aşamadı. İkinci olarak biraz sulu şakaların formatını da aşamadı. Dolayısıyla aslında bu türü bitiren birazda bir anlatıya dönüşememesidir. Örneğin İtalyan mizahının atası gibi olan Comedi del’Arte 18. yüzyılda irticalen oynanmaktan ve tipler üzerine inşa edilmekten çıkmak için çaba göstermişti. Eski tipler ve mevzulara dayansa da ince ince düşünülmüş metinler yazılmaya başlamıştı (özellikle Goldoni tarafından). Ama bizde metinsel mizaha geçiş olmadı. Daha sonra ise karikatür yaygınlaşmaya başladığında skeç formatını biraz da karikatür aldı. Tiyatroda ise Kabare yenilenmiş bir format olarak eski mizah anlayışını devam ettirmeye çalıştı. Kabare yalnızca tipler ve skeçlerden beslenmiyor, eleştirel tarafına siyasi olanı yoğun olarak katıyordu.
Dolayısıyla bir anlatıya dönüşememek, ikincisi siyasal olanın azlığı, halkın geçmişe göre çok daha eğitimli olması derken ‘geleneksel mizahımız’ büyük oranda tükendi.
1970’lerde ise Ertem Eğilmez’in öncülüğünde sinemamız dramla tanışmış, belirli açılardan skeç formatını taşısa da ‘aile, sınıf, arkadaş grubu’ üzerine oturtulmuş ve anlatıya yakınlaşan bir mizahı sinemada ürettiğinde inanılmaz bir ilgi gördü. Dikkat edilirse Arzu Film’in yaptığı komedi-dram filmleri toplumsal olarak daha güncel ve önemli yan anlamları olan metinlere dayanıyordu. 1970’li yılların örneğin Banker Bilo ya da Kibar Feyzo filmlerine bakıldığında film neredeyse hallerini anlatan halkın kürsüsüne dönüşmüştür. Siyasi göndermeler açık hale gelmiştir. Yine Gırgır dergisine baktığımızda halkçılık açık bir şekilde görülür. Siyasi olarak muhaliftir.
Bu süreç  1980’li yıllarda belirli açılardan seyrelerek de olsa devam etmiştir.
Ama asıl 1980’li yıllarda büyümüş ve Kenan Evren’in sopasını görmüş, Turgut Özal’ın işini bilen memurlarının dinlemiş kuşak film yapmaya başladığında, önce televizyonumuz sonra da sinema perdelerimiz büyük oranda Amerikan ahmaklıklarıyla dolduğunda gerçek anlamda apolitiklik iktidar oldu. Bunun mizaha yansımaları ise geçmişte hallerini anlatan ‘şikâyetçi halk adamı’ yerini ‘yurdum insanı’na bıraktı. Geçmişin çok çekmiş ve artık değişim isteyen halk adamı figürü bugün alay edilen, küçümsenen, bizzat beyni ‘bu insan mıdır’ diye incelenmeye başlanan bir yaratığa dönüşmüştür. Dolayısıyla temel ilgi alanları kendi ahmaklığını bilmeden saygı görmek isteyen, elbette entelektüel ve ahlaki yönden küçüldükçe öne çıkan ‘şiddet ve cinsellik’ eğilimleri olan insana dönüştü. Bu aslında gerçek anlamda toplumsal planda yaşanan dejenerasyonun yansımalarını içermektedir.
Yozlaşmış toplumun yoz mizahı denebilir buna. Ağzının bozukluğuna gelince Osmanlıdan Cumhuriyete bizim mizahımızın ağzı bozuktur ve hiç değişmez. Milletimizin ağzından ise küfür, lanet okumak, aşağılamak, tepesi atınca bilip bilmeden konuşmak, taklitle diğerlerini alaya almak… pek eksik olmaz.
Bu açıdan bakıldığında Recep İvedik bir yere kadar Karagöz’ün ve ardından gelen mizahın bir parçasıdır. Ama belirli açılardan yozlaşmış bir şekilde. Daha önemlisi İvedik Bey ile Şahan beyin yaşam tarzları arasındaki devasa farklar ya da Arif ile arabalarıyla övünen Cem Beyin arasındaki büyük farklar mide bulandırıcı ölçülerdedir. Çünkü sevgili dostlar geçmişteki halk adamlarını canlandıran insanlar büyük ölçüde halk adamına yakın yaşamlar sürerdiler. Bence asıl mizah da burada: çünkü sonradan görmüşlük ve bunun neticesinde tüketime ve saygıya aç tipler canlandırdıkları karakterlerden daha çok bizzat kendi yaşamlarında ortaya çıkmaktadır. Siyasetten itinayla kaçmaları ve mizahlarını epeyce hizaya getirilmiş olarak sunmaları ise yeni model sınıf atlama kuralından birisi. Mizahımız apolitikleşirken, politikamız da zaten epeyce bir mizah içerecek şekilde dönüşmedi mi?