Yıllarca tahliye taleplerinde bulunduk. “Dosya münderecatı ve mevcut delil durumu nedeniyle tahliyenin reddine” dediler. Tutuklular, tutuklu

Yıllarca tahliye taleplerinde bulunduk. “Dosya münderecatı ve mevcut delil durumu nedeniyle tahliyenin reddine” dediler. Tutuklular, tutuklu olarak kaldı, cümlenin sonundaki o tek “reddine!” sözcüğü ile. Her keresinde son sözcüğü bekledik: “Kabulüne mi, reddin mi” diyecekler!
Çanakkaleli avukat Işık İşgüden üstadım, bu genel geçer gerekçenin şiirini yazdı sonunda. Tahliye etmeyen yargıçlardan öcünü şiirle aldı.
Biteviye alınan “reddine” sonuçlarından sonra, sözün bittiği zamanlarda, kırmızı ışıkta bekleme sabırsızlığını örnek gösterdim. “Ne kadar beklersiniz” diye sorup, “İçerde yatanların kırmızı ışığı hep yanık, hep bekliyorlar” dedim. Pek işe yaramadı.
Müebbet hükümlü Filiz Gencer, içerdeki tutsaklığın kırmızı ışığını resme dönüştürdü. TAYAD aracılığıyla, 9 Haziran’da Karşı Sanat’ta resim sergisi açıldı. Zeynep Kuray serginin haberini yaptı. Onu ve BirGün’ü kutluyorum. BirGün bu nedenle önemli.
Bir sergiden öte, içerdeki bir insanın kendisin yazdığı tahliye ilamıydı bu sergi. Bir çeşit özgürlük eylemi.
Hapishane, her şeyden önce kişinin dış dünyadan; sosyal çevreden, özgür coğrafyadan yalıtılmasıdır. Daha az ışık, daha az renk, daha az yaşam, yani daha az insan.
Hapishane zaten tecrit iken, F tipi uygulamaları bunu katmerledi. Bizler unutsak da, yaşayanların tecridi unutması olanaksız.
Filiz Gencer de tecrit duvarlarına resimlerle direniyor.  Hayatın duvarlarla insanlara kapatılmasına, renklerle ve fırçalarla karşılık veriyor.
Uzamsız ve perspektifsizdir hapishane. Amaç da budur zaten. Kişinin insani varlığını,  “eksenini” insani olmayan bir uzamda, insana aykırı prepektif koşullarında kaydırmak. Panoptikon meselesine de hiç girmiyorum; görülme ve gözlenme koşullarında son derece kşisel bir uğraşı başarmak, kişisel olanı toplumsala dönüştürmek kolay değil.
Bizlere, özgür perspektife, renge, ışığa sahip olanlara, içerden gelen her şey önemlidir. İçeriyi dışarıya çıkarmak bir firar eylemidir. Filiz Gencer’in resimleri de içerde özgür olmanın adıdır. Yetkinlik, estetik, özgürlük eyleminde iki adım geride dursun, aslolan hayattır çünkü. Aslolan dışarda olmaktır. Fiziken değilse, yazdıklarınla, çizdiklerinle. Havalandırmadan havalandırmaya atılan hamur toplarında taşınan ürünlerle oluşturulan dergilerle. İdare de, havalandırmaların üstüne tel örgü gerer bu nedenle.
Filiz Gencer’in resimlerindeki su, içeride düşlenen su, gür olması düşlenerek perspektifsiz bir uzama akar. Soğuk hapishaneye inat sert çizgiler ve sıcak renklerle bir hayat kurulur.
Bir başka içerde olma halini gösteren “ İndim maden ocağına” adlı resimde; yeraltındaki tünelde iki madenci silüeti. İçeridekinin bir başka içerde olanı en doğru çizgilerle oluşturmuş olması doğrusu şaşırtıcı. İçeride olması, dışarıyı görmesini engelleyemiyor.
Yıllarca, “İçerideki her zaman haklıdır” dedim içeride olanlara.  Bu sözü en son 20 Mayıs’ta iki ayrı cezaevinde iki ayrı kişiye söyledim: Tekirdağ F Tipi Cezaevi’nde Mehmet Yeşiltepe’ye ve Silivri Cezaevi’nde Mustafa Balbay’a. İçerde olan, en azından nizamiye kapısının dışında oluncaya kadar haklıdır.
Şimdi Filiz Gencer’e aynı şeyi biraz değiştirerek söylüyorum; İçerden çizen en iyi çizendir!
Filiz Gencer 1993’ den beri hapis... O yıl doğsaydı, 17 yaşında olacaktı. Yani o, 17 yaşında bir Filiz büyütmüş içerde renklerle. Şimdi Uşak Cezaevi’nde çizmeyi sürdürüyor
Sanat ve piyasa arasında ne kadar yakınlık ve doğrudan bir ilişki varsa, Filiz Gencer’in yaptığı bir o kadar bunun tersi. Başka bir hayatın ve başka bir sanat inadı.
Haftanın Dizesi; “Dedi ki görmediğin bülbülün sesinden söz etme” (Hulki Aktunç, sönmemiş dizeler, YKY)