Sığ söylemlerin çarpıştığı bir yerel seçim süreci yaşadık. Düşünce, maddenin yansımasıdır, diyecek olursak, buradan maddenin de “sığlığı” çıkarımını elde ederiz...

Sığ söylemlerin çarpıştığı bir yerel seçim süreci yaşadık. Düşünce, maddenin yansımasıdır, diyecek olursak, buradan maddenin de “sığlığı” çıkarımını elde ederiz. Sözü dolaştırmadan söylemek gerekirse; ülke olarak toplam kalitemiz neyse, çarpışan söylemler de öyle oldu. Bu çarpışma koşullarında söylenen birkaç kaliteli söz de, toplam/ortalama kalitenin mıknatıs etkisiyle aşağıya çekildi.

Seçim öncesinin tartışmalarına dönüp baktığımızda iki temel nokta ilgimizi çekiyor. Bir tanesi, sadaka kültürü tartışmaları. Diğeri ise kültür sanat politikalarından yoksun bir seçim kampanyası gerçeği.

Sadaka kültürü eksenindeki tartışmalar göze çok çarptı. Adayların  kültür sanat politikalarına ilişkin tasarılarının/vaatlerinin olmaması ise hiç göze çarpmadı! Oysa yerel yönetim, kişilerin gündelik hayatına dokunan bir sosyal örgensel süreçtir. Adaylar böylesi bir süreç için öngördükleri kültür sanat açılımlarını hiç dile getirmedi. Haksızlık etmeyelim; birkaç ayrıksı söz edildi. Ama gürültü patırtı arasında duyulmadı ne yazık ki.

Kültür açılımları ile değil sadaka açılımları ile anımsayacağız bu seçimleri.     Sadaka kültürü hepimizin diline doladığı bir günlük söylem halini aldı. W. Benjamin adlı bir düşünürün dikkat çektiği “iktidar sahiplerinin işine yarayacak bir basitleştirme” olarak da düşünebiliriz sadaka kavramının böylesine bolca kullanımını.

Yaşadığımız yoğun kriz koşullarında kültür sanat politikaları züppece bir kaygı mıdır? İkincil bir sorun mudur? Hayır. Ekmek elbette önemli. İnsanların doyması yaşamsal bir zorunluluk. Ama ekmek kazanılması, insanın doyması gibi zorunluluklarla birlikte, insanileşme sürecinin dinamiği olan kültürün, sanatın önemi daha az değil. Algılamayan, dünyayı ve olayları çözümleyici düşünce ile değerlendirmeyen, düşünsel yapılar kuramayan insan, ekmek ve emek mücadelesinde tökezleyebilir. Ekmek de bir kültürdür çünkü. Tek bir ekmeğin içinde bin yılların emeği, acısı, aşkı, sevinci , savaşları…. gizlidir. “Büyük Ekmek” şiirinde bunu dile getirmeye çalışmıştım: “..Git bana hayatın büyük nehrini getir/ Suyun kaldırma kuvvetini getir/Denizin şaşırtma gücünü getir/Taşınalım büyük ekmeğin içine/
Her akşam iş sonunda, dağılırken evlere...” Sadaka, biraz da eleştirilerle gündemde kaldı. Yapılan eleştiriler, kendi içinde, sözel ve düşünsel olarak doğruydu.

Eleştirilerde dile gelmeyen çok önemli bir noktaya dikkat çekmek istiyorum; sadaka kültürü diye nitelenen olayın, “kültür” olup olmamasının çok dışında özellikleri var. Yoksullara sosyal yardım gibi görünen bu olay aslında islami referansları olan bir örgütleme tarzı. Fizik dünyanın iktidarı için metafizik referanslara dayanan siyasal islamın klasikleşmiş tarzı. Bu tarz, Mısır’da Müslüman Kardeşler örgütünün uygulamalarında, Filistin’de Hamas’ın güçlenmesinde başarısını kanıtlamıştır. Hamas’ın kurucusu Şeyh Ahmet Yasin, İsrail’in katı işgal kısıtlamalarına karşın, islami yardım yöntemiyle Gazze’de Filistin toplumunu –ve Hamas’ı- örgütlemiştir.

Deniz Feneri örneği de yine “sadaka kültürünün” bir başka görüntüsüdür. Böylesi yoğunlukta örgütlü para toplama işi, islami örgütlerin ana etkinliklerinden birisi haline gelmiştir. Zeki Chehab “Hamas” adlı kitabında ilginç örnekler vermekte ( İkarus Yayınları); 2004’deki tsunami felaketi, 2005’deki Keşmir depremi nedeniyle yoğun para yardımı trafiği yaşanmış. ABD bu paralarla El Kaide, Hamas, İslami Cihat gibi örgütlerin finanse edilmesi tehlikesini görüp, paranın doğrudan mağdurlara gitmesi için, hayır kurumlarına yoğun bir biçimde baskı uygulamış.

Sadaka kavramından yola çıkınca, bazı kapılar açılıyor. Kavramın temel üst anlamı olan dinsel anlamı yanında, alt/yan anlamları da var. İşte, kimi zaman kavramlar, kavramsal içeriğinden farklı bir boyutta kullanabiliyor. Mecaz diyelim, metafor diyelim, bir kavramı kullanırken belki sözün anlamını güçlendirdiğimizi sanıyoruz. Düşüncemizi, belagat açısından ağırlığı olan, anlaşılır bir zemine oturttuğumuzu düşünüyoruz. Ama kavramdan çıkan sonuç başka olabiliyor. Aslında oluşturmak istediğimiz anlamsal zeminin altında kalan, kavramın kendisi oluyor. Gerçeğin yerine görünenin gündemi oluşuyor. Bu yazıda ele aldığımız örnekte olduğu gibi, dikkat “sadaka”da toplanıyor. Öbür yanda, topyekün bir islami yaşam tarzını hedefleyen örgütlenme bütün hızıyla sürüyor. Daha da önemlisi toplumsal zihniyet de sadaka ile örgütlenip, sadakaya göre biçimleniyor. İşte, herkesin “ekmeğinin olduğu bir kültür” için, “sadaka kültüründen” çıkaracağımız önemli bir sonuç örgütlenme sorunudur. Örgütlenme kültürümüzü anımsayalım. Sol olarak örgütlenme tarzımızla referans olurken, referans alır duruma mı düştük? Sadaka, kişilerin tek tek örgütlenmesi, zihinlerininin de etkilenmesi sonucunu sağlıyor. Biz bu yöntemi biliyoruz aslında. Sol olarak, bizim örgütlenme kültürümüzde, geçmişimizde bu yöntem vardı. Yeniden, anımsamamız ve uygulamamız gerekiyor.