Alfred Nobel’in dinamitin mucidi olduğunu bilmeyen yok. Dinamitin ne denli yıkıcı olduğunu gören mucit, dünyaya yararlı bir miras bırakabilmek

Alfred Nobel’in dinamitin mucidi olduğunu bilmeyen yok. Dinamitin ne denli yıkıcı olduğunu gören mucit, dünyaya yararlı bir miras bırakabilmek için Nobel ödüllerini vasiyet etmiştir. Genel inanışa göre Nobel ödülleri bir vicdan borcunu ödeme ödülüdür.
Ödülün kazandığı “marka değeri” ve bu marka değeri üzerinden yapılan ödüllendirmeler çoğu zaman dinamitin yıkıcılığını unutturmak yerine, yeniden anımsatmakta.
Dinamit, kapitalizmin kuruluşunu tamamlayan ana gereçlerden biridir. 19.yüzyılın buluşlar çağında, barışın da savaşın da bir vazgeçilmez gerecidir. Ancak asıl olarak, tam da kapitalizmin yoğunlaştırılmış halidir. Hem maddi açıdan hem de kavramsal ve ideolojik açıdan. Dinamitin, kullanıcıya göre anarko-devrimci bir gereç olarak kullanılması da ayrı bir nokta.
Bu yıl Nobel Barış Ödülü Obama’ya verildi. Obama, halen devam eden dünya savaşında, Amerikan ordusunun başkomutanıdır. Bu ordu halen savaş halindedir.
9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı yıkılmıştır. Duvarın yıkılmasıyla birlikte uzun soğuk savaş bitmiştir. Ne var ki “Duvardan sonra”  Özgür Batı’da değişen fazla bir şey olmamıştır. Başını ABD’nin çektiği dünyada daha çok silahlanma, daha çok savaş; hiç hız kesmemiştir.
Bu ödül, Obama ile çok tartışıldı, tartışılacak. Bu tartışmaların aralığından görünen ise, dünyayı yönetenlerin sonsuz manevra yeteneği ve bu yetenekle dünyanın yönetildiği gerçeğidir. Egemen üretim ilişkileri, egemen ideoloji, egemen kültür-sanat ve egemen ödüllendirme sistemi. Bu ödüllendirme; ideolojik bir aygıtın, ideolojik gereklilik içinde bir uygulama örneğidir. Teyit-niyet mekanizması olan ödül siyasi bir süreç olarak işliyor.
Nobel ödülleri, dünyanın egemen siyasetinin dışında bir ödüllendirme değil. Obama’nın ödüllendirilmesi, Obama’nın başkan seçilmesindeki dinamikleri de gösteriyor. Ödülün aynasında pek çok karanlık gölge kıpırdamakta.Tam da bu noktada, kimsenin beklemediği bir kişiye, Herta Müller’e verilen Nobel Edebiyat Ödülü’nü de aynı tartışmanın içinde ele alabiliriz. Herta Müller, Romanya doğumlu bir Alman. Romanya’dan Almanya’ya  göç etmiş. Herta Müller adına şimdilik bir soru işareti koymakla yetiniyorum.
Sınıf savaşımı, dünyada, Nobel dahil tüm alanlarda tavizsiz sürüyor; savaşın bir etkin figürü rahatça taltif ediliyor. Kriz konusunda sol cenah olarak haklı çıktık. Son Nobel ödülleriyle birlikte, ödül mekanizmaları konusunda da bir o kadar haklıyız galiba.
Bu türdeki bütün ödüller kirlidir. Sisteme entegre olmuş, sistem içi ve sistem için bir ödül mekanizması. Serbest ticaretin kuralları burada da açık ya da örtük işliyor. Maksimum kâr için, maksimum dünya yönetimi için bir işlerlik söz konusu. Entegre olmayanlar elenir.
Kapitalizmin dünyayı işgali, topografik işgalin ötesinde. Tüm kavramların da işgali. İnsani açıdan olması gereken, olası olan ortadan kaldırılıyor, kutuplar bulanıklaştırılıyor.
Bütün bunlar ne denli büyük ve güçlü bir kuşatma altında olduğumuzu gösteriyor. Serbest piyasanın temel ilkelerinden birisi; müşteriyi memnun edemezseniz, müşteri ödeme yapmaz. Ödeme yapmamız için tüm yapılanlar. Ödediğimiz ise, malın bedeli değil, hayatımız, bedenimiz.
Nobel Barış Ödülü verilirken de bedenler karşılık olarak ödenmekte.
Kapitalizmin temel süreklilik pratiklerinden biri, sürekli olarak yeni tanrılar yaratmaktadır. Nobel “kurumu” tanrı yaratma atölyelerinden en birincisidir. Ödülün araçsallığı için Marks’ın, “Burjuvazinin kendi suretinde bir dünya yaratması” saptaması oldukça açıklayıcı. (Sanat A.Ş., J. Stallabrass, İletişim Y. Çev. Esin Soğancılar)
Sartre, kapitalist kuşatmanın farkına vararak, 1966’da Nobel ödülünü reddetmiştir. Bu tavır aklımızda iken, Obama’nın ağzı kulaklarında görüntüsü daha anlaşılır oluyor.
Haftanın dizesi; “Çünkü her devrim, lüzumsuz ölümlerle sakatlanmıştır...” (küçük iskender, Ölü evinde seks partisi, Sel Y.)