Ulus-devlet nedir? Ulus devlet, kısa yoldan “sınırları belli bir toprak parçasında, bir ulus tahayyülü ve bir devlet kurgusu etrafında birlikte yaşama iradesi” olarak tanımlanabilir.

Ulus-devletler, tarihi ve coğrafi inşalar olarak, maddi süreçlere ve bağlara işaret ettikleri kadar, sembolik bağ ve ilişkilere de işaret ederler. Bayrak, dil, ortak ülküler, (milli) marşlar ulus-devletlerin inşası ve yeniden üretiminde, maddi bağları kadar önemlidir. Tam da bu nedenle ulus devletler bir tahayyüldür.

Belli ki Erdoğan ve AKP iktidarı, bir ulus-devlet olarak Türkiye’yi yeniden üretme konusunda, bu sembolik boyutu son derece önemsiyorlar; milli ve yerli olmak, toprak bütünlüğü ve hatta İstiklal marşının gündeme gelişi bu sembolik dünya üzerine yapılan vurgunun bir sonucu!

Ben bu tür toplumsal inşaları tümüyle bir sembollere ve dil oyunlarına indirgeyen (postmodernist) yaklaşımlara yakın olmadım! Bu alanı önemli bulmakla birlikte, bu alana indirgenemeyecek maddi bir dünyanın varlığına da inanırım. Biliyorum ki, ulus-devletler ne derece semboller ve söylemler aracılığıyla üretilirlerse üretilsinler, ulus-devletleri bir arada tutan bağlar aynı zamanda maddidir.

O nedenle, sembolik dünyaya yapılan vurgu arttıkça ben maddi bağlara ne olduğuna bakmayı önemli görüyorum.

Eğer hastalandığınızda gideceğiniz devlet güvencesinde bir hastane varsa o zaman bir ulus-devletin vatandaşı olmak anlamlı ve önemlidir! İşsiz kaldığınızda, size sahip çıkacak bir sosyal güvenlik sistemi varsa, o zaman ulus-devletinize derinden bağlanırsınız. Büyük bir ekonomik krizde merkez bankanız, kasasından dövizleri çıkarıp, etkili biçimde müdahale ediyorsa, ekonominizin ulusallığına inanırsınız.

Hepsinden öte yediğiniz içtiğinizin kendi topraklarınıza yetiştiğini bildiğiniz zaman kendinizi evinizde hissedersiniz. Anlaşılacağı üzere, lafı tarıma getireceğim. Çünkü son günlerin bu alanda önemli gelişmeler oluyor.

Türkiye’nin birçok alanda olduğu gibi, tarım alanında da derin bir krize doğru gittiğini hepimiz görüyoruz. Geçmişte fazla vererek ürettiğimiz bir çok ürünü artık ithal ettiğimizi en son, Rusya’dan et ithal edeceğimizi de öğrendiğimizde bir kez daha idrak ettik!

Bu aşınma sürerken, şeker fabrikalarının satışı gündeme geldi. Devlet elindeki şeker fabrikalarının, bir ulus-ötesi şirketin raporlarında önerildiği biçimiyle, satılacağı ve tüm muhalefete rağmen geri adım atılmayacağı ilan edildi. Belli ki Türkiye’nin tarımdaki bağımlılıklarına bu alan da eklenecek!

Devletin tarımdan çekilişi ve tarım politikalarının içine girdiği belirsizlikler büyürken, kuşkusuz bir de dikkate alınması gereken piyasa güçleri var. Boşluk dolmadan durur mu? Nitekim genç bir girişimcinin oradaki boşluğu affetmediği anlaşılıyor. Kurmuş Çiftlik Bankı, devletin bıraktığı boşluğu doldurmuş! Lakin, biraz sanal olmuş ama belli ki işlemiş; insanlara sanal inek, tavuk ve arazi satarak, yüzbinlerle ifade edilen insanı harekete ve onların yarım milyar lirasını hesabına geçirmiş!

Ama söylemine dikkat; tıpkı iktidar gibi konuşmuş! Milli ve yerli demiş! Kudüs bizim kırmızı çizgimizdir demiş!. Derdin memleket ve milletse, duruşun dik olmalı demiş!. Engel olanlara karşı Türk tarımında milli ve yerli istemiyorlar demiş! Dedikçe insanları ve paraları bağlamış! Sonra sanal hayvanları ve toprakları müşterilerine bırakıp, paralarla yurt dışında bir yerlere gitmiş!

Hikâyeyi duyunca, yine son günlerde gündeme gelen bir başka şirket hikayesini anımsadım; milli gururumuz sayılan Türkiye’nin en büyük “şekerleme” şirketi milli ve yerli bankalarımıza milyarlarca dolar borç yaptıktan sonra, halka açık borçlu kısmını ülkede bırakıp, sorunsuz varlıklarını yurt dışında kurduğu bir şirkete aktarmış!

Anlaşılan o ki; söylem ve semboller milli ve yerli olabilir ama maddi bağları giderek çözülen bir ülkede yaşıyoruz! Semboller kalıyor, maddi varlıklar gidiyor...