Google Play Store
App Store
Sıkıldım!

Sevgili okur, sen bu satırları okurken ben çiçeği burnunda bir milletvekili aday adayı olarak sokakta seçmeni dinliyor ve oy kullanmanın bir şeyi değiştirmediğini düşünenleri ‘bu kez gerçekten değiştirecek’ diyerek ikna etmeye çalışıyor olacağım. Açıkçası aday gösterilir miyim gösterilmez miyim, gösterilirsem hangi ilin listesinde nereye adım yazılır bilmiyorum ama bildiğim bir şey var: Olur da bir şekilde Ankara siyasetinin bir parçası olursam canınızı hiç sıkmayacağım. Can sıkıntısı çok fena bir şey. Bunu onlarca yıl aynı konuşmaları aynı isimlerden dinlemek zorunda kalanlar çok iyi bilir.

Pazartesi yazılarımı gazetemiz BirGün basılmak üzere matbaaya zamanında gidebilsin diye Pazar öğle saatlerine kadar göndermek durumundayım. Bunun için bu yazılar çoğu zaman Cumartesi geceleri bilgisayara dökülüyor. Bu yazı da Cumartesi gecesi yazıldı. Bilgisayarın başına oturduğumda anketler, son dakika haberleri, açıklamalar, küresel gelişmeler, ekonomi cephesinden son notlar arasında gezinirken sıkıldığımı fark ettim.

Yazıyı yazdığım Word penceresini simge durumuna küçültüp ekranda Youtube’u açtım. Arama kısmına Eurovision Live yazıp 6 yıldır katılmadığımız yarışmanın bu yılki finalini canlı olarak izlemeye başladım. Bu yıl Portekiz’de yapılan yarışmayı izleyen milyonlarca insan, farklılıkların uyum içinde bir arada, tatlı bir rekabet halinde, farklılıklarını kutlamasına tanıklık etti.

Çok eğlendiler. Çok kıskandım. Çok renkliydiler. Çok gençtiler. En çok da kendileriyle dalga geçtiler. İrlanda’nın yarı finaldeki şovunu sansürleyen Çin Televizyonuna, ‘sansürlersen biz de sana yayın izni vermeyiz’ dediler, Eurovision’un sansüre, yasaklara, ayrımcılığa karşı bir platform olduğunun da altını çizdiler.

Biz de uzaktan baktık öyle. ‘Aman canım bir eksiğimiz de komşunun komşuya oy verdiği şu eski yarışma olsun’ derseniz ben de size şunu sormak isterim: Sertab Erener’in eşsiz sesi ve sahne şovuyla makus talihimizi yendiği o yıl, o akşam yüreğiniz her zamankinden hızlı atmamış mıydı?

Sahi Akp’nin iktidara geldiği 2002 yılıydı değil mi o yıl? Durun youtube’u simge durumuna küçültüp vikipedi’yi açayım da bir bakayım. Sahi vikipedi’ye giremiyoruz değil mi? Durun o zaman Vpn’imi açık konuma getireyim önce.
Bak iyi oldu vikipedi’ye baktığım. Doğrusu 2002 değil 2003’müş. Akp’nin Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne tam üye yapma vaadiyle daha çok demokrasi ve insan haklarına saygı manifestoları yazdığı yıllar! Hoş 15 yıl sonra bugün bile aynı vaatleri sıralamakta bir beis görmüyor Reis.


Oysa geldiğimiz noktada modern dünyayla bağlarını neredeyse tamamen koparıp yalnızlaşmış güzel ülkemizde ağır mı ağır bir içine kapanma durumu var. İçine kapanmış, bütün enerjisini 16 yıllık iktidarının devamını sağlamaya harcayan parti devletiyle, baskılarla, cezalarla, yasaklarla sürekli olağanüstü hal yaşatılan bir ülke.

Muhafazakârlaşmakta sınır tanımayan bir toplum. Ekranlarda sil baştan yazılan resmi tarih anlatıları ve dizilerle Abdülhamit’i özleyen, Reis’in işaretini gözleyen, Ankara’daki Saray’ın küçük birer kopyası halinde inşa edilen okullarda niteliksiz eğitime mahkum edilenler…

Mahkûm edilen demişken, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin başına gelenleri ve Boğaziçi demişken ODTÜ’de daha birkaç gün önce yasaklar ve tehditler altında onur yürüyüşü yapan o cesur öğrencileri de anmadan geçmeyelim.
Akademiden sürülmüş akademi, düşünmekten men edilmiş üniversite! Of sıkıldım. Açayım Eurovision’u ve bir sahne şovu daha izleyeyim bari. 10 puanım kendi gibi davranmaktan korkmayana, cesur olana, farklı olana. 12 puanımsa ‘tamam, sıkıldık, yeter, değiştireceğiz’ diyen gençlere.

Gençler, tek bir oyla değişecek her şey ve tek bir kedi bile trafolara giremeyecek bu kez emin olun. Bunu hep beraber başaracağız. Everyway that we can…