Paralel yaşanan bir öyküm var bu hafta. Birbiriyle kesişen ama aynı zamanda birbirine en uzak noktalara yönlenen… Paralellik sözde kalıyor bu...

Paralel yaşanan bir öyküm var bu hafta. Birbiriyle kesişen ama aynı zamanda birbirine en uzak noktalara yönlenen… Paralellik sözde kalıyor bu durumda.
Öykünün bir kahramanı Yıldız Cıbıroğlu. Yazar. “Türk Sanatında Gizli Yüz” adlı kitabı geçen yıl yayımlandı. Yayınevi de yine her kitabı için bir madalya hak eden Arkeoloji ve Sanat Yayınları. Kitabın alt başlığı “Ayakkabı Boyacı Sandıklarında Kalıtımsal (s)imgeler”. Buyrun bakalım! Bu zamanda bu kitabı kim yazar ve kim okur!
Yıldız Cıbıroğlu yıllarca ayakkabı boyacı sandıklarını incelemiş, gözlemiş. 1965-70 yılları arasında fotoğraflarını çekmiş. Bu sandıklar birer halk sanatı örneği. Bunun ötesinde, taşıdıkları bezemelerden, mezar taşlarına, oradan da Ortaasya kültürü ve sanat tarihin aydınlığa çıkmasını sağlayan Pazırık kurganlarından çıkan simgelere bir yol gidiyor. Kısacası o küçük sandığa bir Asya/Doğu kültür sığmış. Farkına varan, araştıran ve bize gösterense Yıldız Cıbıroğlu. İnceden inceye bir çalışma.
Kültürümüzün pek çok simgesi sedef kakma olarak ayakkabı sandıklarına gizlenmiş. Gizleyenin ustalığı kadar, bunu saptayanın da ince emek işçiliği elbet çok önemli. Gizleme, geleceğe taşıma kaygısını içeriyor. Bu gizi de Yıldız Cıbıroğlu “beyhude” bir titiz uğraşla açığa çıkarıyor. Koskoca bir Asya kültürünü, küçücük boyacı sandığından çıkarıp, önümüze koyuyor yazar. Küçük ama, sedef kakmalı, simgelerle donatılmış, emek harcanmış incelikle üretilmiş. Sait Faik’in öyküsüne dahi girmiş.
Öykünün burasında; Cıbıroğlu’nun öyküsüne Kürt ilerinden kopup gelen A.’nın öyküsü karışıyor: Bir dostumuz işlettiği çay bahçesinde çalışırken, parası bel çantasından dökülüyor. Farkına varmıyor. Bir süre sonra ayakkabı boyacısı A. dostumuzun karşısına dikilip, bulduğu paraları gösteriyor. Bulup getirdiği para, bir boyacı için servet. Sırtına yan astığı, kötünün kötüsü bir boya sandığı var. Ne gizli yüz, ne sedef kakma. Bir boş teneke, o kadar. Dostumuz, parayı getirme nedenini soruyor; On dört yaşındadır. Üç kardeşine bakmaktadır. Çalışıp kazanacak, kardeşlerine haram lokma yedirmeyecektir. Yanıt budur.
Dostumuz A. ile bir anlaşma yapıyor. Onun çay bahçesinde her boyadığı ayakkabı için 1 lira da kendisi verecek. Bu para ile A için yeni bir boya sandığı alınacaktır.
Ancak, boya sandığı için pek para birikmez. Zaten o ilçede sandık da satılmamaktadır. İşte tam bu noktada İstanbul’dan gelmiş bir üçüncü kişi A. için yeni boya sandığı almayı üstlenir.
İstanbul’a dönünce, Yıldız Cıbıroğlu’nun 1965-70 arasında fotoğraflar çektiği Küçükpazar’a gider. A. için uygun olan, en hafifinden, içinde altı çeşit boya takımı olan bir sandık satın alır. Ne sedef kakma, ne boya ne simge!. Kapakların menteşeleri en sıradan paslı bir tenekeden kesilip uydurulmuş. Tahtaların kenarlarındaki bıçkı talaşları bile öylece duruyor. Dikkatsiz tutulsa, ele düzinelerce kıymık batacak. Bu kaba kutu ile, Yıldız Cıbıroğlu’nun, dahası Sait Faik’in ve daha nicelerinin dünyasına giren sedef kakmalı sandıkları aynı ustaların yapması elbette düşünülemez bile. Eline bu denli yabancılaşan bir insanın ürünüdür bu yeni sandık. Ürettiğine bu denli yabancılaşarak bitirdiğinde, yapan kişinin dönüp bakmayacağı bir ürün. Nerdeyse dönüp bakmaya utanacağı diyesi geliyor insanın. Şimdiki zamanın sandığı işte. İnsanın emeğine yabancılaştırılması, kendisine ve insana yabancılaşması demek… İşte öykü böyle ters yönlerde ilerliyor.
Yıldız Cıbıroğlu, boyacı sandıklarındaki imge/simgelerden bir Asya/Doğu zenginliği buluyor. Buradan da Avrupa/Batı kültüründeki “benmerkezcilik” eleştirisine ulaşıyor.
A için sandık işe yarar olsa da, emeğin bu denli ucuzlatıldığı, insan ile ürünü arasına mesafelerin girdiği bu zamanda, akşam haberlerinde de elbet duyacağımız şudur; “Şimdi sıradaki diğer cinayet haberini veriyoruz!”.


•••

Haftanın  Sözü;
Cezaevlerinde hastalık tedavisi, Süleyman Demirel devletinin taammüden cinayetidir.