Google Play Store
App Store

2018 yazında Rahip Brunson krizinden, 2021 Aralık ayında dolar kurunun 18 TL’ye sıçramasından bu yana döviz konusunu en yoğun tartıştığımız, çalkantılı bir haftayı geride bıraktık. İsterseniz yine 10 maddede bu tartışmayı ele alalım.

Şimşek’in piyasalarla ilk dansı
Fotoğraf: DepoPhotos

Finansal piyasalara zaman zaman sorumlu, demokrat bir yurttaş kimliği yapıştırılır. Piyasaların temel hak ve özgürlükler, kadın hakları, ekoloji, girişim özgürlüğü konularında duyarlı olduğu vehmine kapılınır. Bu özgürlüklerin yerinde yeller esen bir ülkeye, “sermaye boykotu” uygulamaları beklenir. Nitekim 14 Mayıs seçimleri arifesinde anketlerin Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı’nın (Mİ) önde gittiğini açıklamasıyla kredi risk primi CDS bir anda 479 puana indi. Borsa endeksi bankacılık hisseleri öncülüğünde bir günde %7,87 artışla adeta bayram etti. Faizde normalleşme beklentisiyle, 2 yıllık gösterge faiz ise 161 puan yükselişle %18,90 düzeyine geldi. 

14 Mayıs ertesinde Cumhur İttifakı’nın parlamento çoğunluğu sağlaması, Erdoğan’ın ise ilk turda %49,5 26.086.102 oy alarak cumhurbaşkanlığına yaklaşmasıyla birlikte piyasalar “demokrasi gömleğini” çıkararak istikrarı satın aldı.

Derken Hazine ve Maliye Bakanlığı’na piyasaların beklediği “mehdi” Mehmet Şimşek’in getirilmesi sonrası CDS yine 478’e indi, daha önce %10,50 civarında seyreden Türkiye’nin 5 yıl vadeli eurobond faizleri %9,0’a geriledi. Yabancı girişi beklentisi ile BIST-100 endeksi 5.560 puana kadar yükselerek Şimşek’i bağrına bastı. 

Bu sırada TİP’ten Hatay Milletvekili seçilen Can Atalay hapiste tutulmaya devam ediliyor, Erdoğan afişine bıyık çizen 16 yaşındaki genç kendini hapiste buluyor, Saray Rejimi’nin baskı ve sindirme politikaları alabildiğine devam ediyordu. Bir kez daha görüldü ki, “piyasa dostu” bilinen ekonomi yöneticileri göreve getirilirse, yabancı sermaye bir kâr kokusu aldığında giriş-çıkış yapabilmek için kendini güvende hissederse, o ülkenin yurttaşlarının haklarının, özgürlüklerinin kısıtlanmasını hiç dikkate almaz. Geçmişte Mİ’ye teveccüh göstermesinin başlıca nedeni, ülkeye demokrasi vaat etmesi, parlamenter rejime geçişi planlaması değil, öne çıkarılan Ali Babacan, Bilge Yılmaz gibi ekonomi teknokratı figürlerin piyasaların dilinden anlayan, onlara güven veren bir kariyer çizgisine sahip olmalarıydı. Onları evrensel hukuk değil, sadece mali hukuk ilgilendiriyordu.

2018 yazında Rahip Brunson krizinden, 2021 Aralık ayında dolar kurunun 18 TL’ye sıçramasından bu yana döviz konusunu en yoğun tartıştığımız, çalkantılı bir haftayı geride bıraktık. İsterseniz yine 10 maddede bu tartışmayı ele alalım: 

1- Ekonomi yönetimi tüm döviz rezervlerini yakma pahasına 28 Mayıs seçimlerine 19,93 TL dolar kurundan girmeyi başardı. Seçim sonrasındaki 7 işgününde kontrollü olduğu izlenimi veren bir tempoyla dolar kuru 21,57 TL’ye geldi. 8 Haziran günü ise 1 günde %7,75 sıçramasıyla dolar kuru 23,25 TL’ye ulaştı Haftayı da 23,36 TL’den ve % 17,2 artışla kapattı.

2- Bir ülkenin döviz gelirleri ile döviz harcamaları arasındaki fark, cari dengeyi ortaya çıkarır. Türkiye’de döviz gelirleri hep harcamaların altında kaldığı için hep cari açık verilir. Örneğin 2022’nin cari açığı 48,8 milyar dolar olmuştu. Son 12 ayın cari açığı ise 54,2 milyar dolar. Son 1 yılda cari açığı finanse etmek için 5,7 milyar dolar rezerv satılmış, 19 milyar dolar da net hata ve noksan kaleminden finanse edilmiş. Ancak artık o kaynak da kurumuş, Mart 2023’de aksine 2,4 milyar dolar çıkış olmuş. Bu nedenle 50 milyar doları aşması beklenen cari açığı bir nebze azaltmak, ihracata ivme kazandırmak için TL’nin değer kaybetmesi farz olmuştu. 

3- Gelgelelim, TL’nin değer kaybetmesinin kur geçişkenliği yoluyla enflasyonu beslemesi kaçınılmaz görünüyor. Son açıklanan Mayıs 2023 enflasyon rakamlarında ÜFE-TÜFE makası %1,2’ye kadar gerilemişti. Sepet kurun artışıyla önce üretici fiyatları artacak, makas açılacak, sonra bu maliyet artışları tüketici fiyatlarına yansıyacak. Peki, bu gelişmelerin sade yurttaşın yaşamına etkisi ne olacak? TÜİK’e göre yılın ilk 5 ayında fiyatlar %15,26 arttı. Ancak doğalgaz fiyatlarının sıfır kabul edilmesi TCMB’nin hesaplamalarına göre enflasyonu %2,4 aşağı çekti. Temmuz zamları yapılırken kurdaki değişim henüz çarşı pazar fiyatlarına sınırlı yansımış olacak. Kur geçişkenliği %15-20 tahmin ediliyor. Örneğin yıl sonunda dolar kuru 30 TL olursa bu enflasyonu %7,5-10 arasında yukarı çekecek. Emeğiyle geçinen insanlar da her ay düşen satın alma güçleriyle bunun etkisini daha az et, peynir, taze meyve-sebze tüketerek yakından hissedecek. 

4- Sürekli uluslararası bankaların kur tahminleri paylaşılıyor: Goldman Sachs (Merkez Bankası Başkanlığı’na atanan Gaye Erkan’ın 9 yıl görev yaptığı banka) dolar kuru 3 ayda 23 TL’yi geçmeli, Bank of America dolar kuru 25 TL olmalı gibi… Bu bankalar bir bakıma Türkiye’ye giriş koşullarını da dikte ettiriyorlar. Hesap basit, dolar kuru 20 TL yerine 25 TL olursa 1 dolarla daha fazla hisse senedi, Devlet İç Borçlanma Senedi vb alabilirler. Son verilerle yabancıların hisse senedi portföyü 23,3 milyar dolar, DİBS pozisyonu ise 1 milyar dolar gibi dip seviyelere inmiş durumda. O nedenle TL’nin her değer kaybı sıcak para girişini davet eder beklentisiyle alkışlarla karşılanıyor. 

5- 2 Haziran itibarıyla bireylerin 105,5 milyar dolar, şirketlerin 70 milyar dolar döviz mevduatı bulunuyor. Özellikle bireyler dövizi Türkiye içindeki satın alma güçleri zayıflamasın, tasarrufları erimesin diye tutuyorlar. Geçmişte döviz kurları sıçrayınca portföylerinin en azından bir kısmını TL’ye çevirdikleri, kârlarını realize etme yoluna gittikleri biliniyor.

Bankaların alış-satış makasları %9-10’dan bu hafta %3,5-4’e daralmış olsa da, hâlâ döviz satışını özendirecek kotasyonlar söz konusu değil. Böylelikle kur artışlarını dengeleyecek alışageldik mekanizma, tasarrufçu refleksi devre dışı kalmış oluyor. 

6- Peki, döviz kurlarının böyle keskince yükselişinin maliyeti ne? Türkiye’nin dış borçları 459 milyar dolar. Bu doların 1 TL artışının dış borçların maliyetini 459 milyar TL yükseltmesi anlamı taşıyor. Son yıllarda özel sektör dış borçlarını azaltırken, kamunun dış borçlarının hızla artışı dikkat çekiyor. Toplamda kamunun 186,9 milyar dolar, TCMB’nin ise 32,8 milyar dolar dış borcu var. Tek başına Hazine’nin 117,8’i dış borç, 28,6 milyar doları döviz cinsi iç borç olmak üzere 146,4 milyar dolar döviz yükümlüğü bulunuyor. Haliyle her kur artışı artan vergilerle, gerileyen toplumsal hizmetlerle sade insanın yaşamına olumsuz yansıyacak. 

7- Özel sektörün ise, özellikle 2018 döviz krizinden sonra döviz borçlarını kademeli biçimde tasfiye etmesi dikkat çekiyor. Reel sektör firmalarının öncelikle yurtiçi bankalara olan döviz yükümlülüklerini aşağı çekmesi, kur sıçramalarının getireceği kredi risklerini de azaltıyor. Finansal kesim dışındaki firmaların 2017 sonunda 188,1 milyar dolar olan net döviz pozisyonu açığı 2022 Mart ayında 90,3 milyar dolara kadar inmiş durumda. Firmalar bu sonuca döviz varlıklarını 43,1 milyar dolar artırarak, yurtiçi bankaları döviz borçlarını 74,3 milyar dolar indirerek ulaşmışlar. Bu arada yurtdışı krediler 5,1 milyar dolar, ithalat borçları 14,1 milyar dolar yükselmiş. 

8- Gelelim Kur Korumalı Mevduata (KKM). En son rakamlar KKM’nin 2 trilyon 533 milyar 600 milyon TL’ye ulaştığını gösteriyor. Döviz kurundaki sıçramalar haliyle KKM’den ödenecek faiz yükünü de hızla artırıyor. Bankaların KKM hesaplarına ödeyecekleri faizin serbest bırakılması; bu maliyetin ne kadarının bankalar, ne kadarının ise Hazine ve TCMB tarafından üstlenileceğini bilmemizi olanaksız kılıyor. İsterseniz konuyu daha iyi toparlamanız için bir örnekle durumu açıklamaya çalışalım. 

Dolar 20 TL iken 100.000 TL’nizi %24 faiz üzerinden 3 ay vadeli yatırıyorsunuz. 100.000 TL 5.000 dolara denk geliyor. Varsayalım vade bitiminde dolar kuru 25 TL’ye yükselmiş olsun. Banka 3 aylık faiz %6, 100.000 TL’ye 6.000 TL ödeyecektir. KKM‘nin sizin paranızın 5.000 doların altına düşmemesini garanti altına alması nedeniyle; 5.000 x 25= 125.000 TL alacağınız için geri kalan 19.000 TL Hazine tarafından ödenecektir. Diğer bir ifadeyle kur 20 TL’den 25 TL’ye %25 artarken bu maliyetin %6’sı ilgili banka, %19’u Hazine tarafından üstlenilecektir. Bu basit hesap dahi son kur hareketinin kamuya yüz milyarlarca ek maliyet yüklediğini kanıtlıyor. 

9- Toplumdaki genel kanaat TL’nin çok değerlendiği, seçimlerden sonra dövizde yükselmenin kaçınılmaz hale geldiğiydi. Nitekim de öyle oldu. Reel kuru izlemek için en güvenilir gösterge TCMB’nin reel kur istatistikleri. Burada endeks rakamlarının düşüşü TL’nin değersizleştiğine, artışı ise değerlendiğine işaret eder. TÜFE bazlı reel kur endeksi Mayıs 2023 itibarıyla 57,92 açıklandı. Bu Aralık 2021’deki 47,69’a göre belirgin bir yükselişe işaret ediyor. Ancak biraz geri gidince, Ekim 2021’deki 59,46’nın bile altında bir düzey söz konusu. Hatırlayalım o gönlerde TL’nin değerlendiği değil, hızla değer yitirdiği konuşuluyordu. Endeks rakamı, faiz artışlarına başlanan Eylül 2021’deki 62,30’un, 2018 kur atağı sonrası gelinen en düşük nokta Eylüldeki 62,46’nın da çok altında. Peki, bu garipliği nasıl açıklarız? Tek bir cevabımız olabilir, eğer TÜİK’in açıkladığı tüketici enflasyonu gerçeği yansıtmıyorsa, TL’yi de otomatikman değersiz gösteriyor. Eğer daha yüksek, yani gerçek enflasyon rakamları açıklansaydı, bu endeksi de yukarı çekerek, paramızın reel anlamda değerlendiğini ortaya koyacaktı. 

10- Kamuoyunda %8,50 olan TCMB politika faizinin, 22 Hazirandaki ilk Para Politikası Kurulu toplantısında, hatta daha önce olağanüstü bir toplantıyla keskin bir şekilde artırılması beklentisi var. Malum yabancı yatırım bankaları, bu konuda da fikir beyan ediyorlar. Örneğin Morgan Stanley ilk elde %20’ye yükseltilmesini beklediğini açıklıyor. Kur zaten belirgin bir şekilde değer yitirdikten sonra yapılacak bir faiz artışının hem para girişini teşvik etmesi, hem de TL’yi özendirerek kuru dengelemesi bekleniyor. Ancak burada ciddi sorunlar var. Birincisi, reel faiz ancak beklenen enflasyonla nominal faiz bilinirse hesaplanabilir. Ortada ekonomi yönetiminin son açıklanan enflasyon raporundaki geçersizliği açıkça ortada %22,3 enflasyon beklentisinden başka bir gösterge yok. İkincisi, faizin keskin artışı, vadelerin kısa olması nedeniyle hem KOBİ’ler ve bireysel borçlular başta gelmek üzere borçluların kredi riskini artırır, hem de kredi talebini düşürerek ekonomide talebin aniden duruşuna yol açabilir. Bu da ekonomik durgunluk ve artan işsizlik anlamına gelir. Üçüncüsü, bir merkez bankasının tüm faiz artışlarını bir anda yaparak elini göstermesi, hamle kabiliyetini yitirmesi, asla istenmez. O nedenle gerek FED, gerekse ECB faiz artışlarını kademeli gerçekleştiriyorlar. Gelgelelim sıcak para, Erdoğan’ın tabiriyle “Londra’daki tefeciler” giriş yapmak için “bazuka” tabir edilen keskin bir faiz artışı talep ediyor.