İnsanlar evlere apartmanlara isim konmaya başlayınca, “saray” “palas” gibi üstün örnekleri seçtiler. Olmak istedikleri yerin...

İnsanlar evlere apartmanlara isim konmaya başlayınca, “saray” “palas” gibi üstün örnekleri seçtiler. Olmak istedikleri yerin adına öykünüldü. Ulaşılmazı yaşanılır kılmak  gibi masum bir özdeşlik isteği ile yapılmış bu adlandırmalar..
Emlak rantı/bina yapımı temel ekonomik faaliyetlerden biri haline geldiğinde, saray/palas masumiyeti de kalmadı. Adı üzerinde rant ekonomisi. Sürdürülebilir nitelikli, gerçek ihtiyaçları karşılayacak, yeniden üretim sürecini sağlayan ekonomik faaliyet değil, yap/sat ekonomisi.
Ortalığı sayısız plaza, country, teras, vb.dolduruyor. Pazarlama satış amaçlı olarak bu sözcükler, kavramlar iyice seçkinleştiriliyor. Farklılaştırma, zenginleştirme duygusu yaratılıyor. Bu hayhuy içinde bazı minik, hap gibi örnekler  karşımıza çıkıveriyor. Bu örnekler işin içindeki ideolojiyi özetliyor.
Böyle örneklerde biri, benim yıllardır geçtiğim Fulya civarından.
Sanat nesneleri, sanatsal yaratım gereçleri günlük hayatın tam içindedir. Sanat hayat ve günlük gaile ile olan uzaklık, bilinçli yaratılan bir yanılsamadır. Bunu öncelikle bir kayıt edelim.
İşte bu gündelik hayatta var olan “sanat nesnelerinin, gereçlerinin” önünden geçeriz. Bardakçı Baba’nın önünden benim yıllardır geçtiğim gibi.
Baba, Fulya Deresi’nde bir yatır idi. Bildiğimiz bir mezar. Gariban bir ağacın dibinde gariban bir mezar. Yüksekçe dört duvarla çerçevelenmiş bildik bir örnek. Dere yol oldu. Her sabah oradan geçtim. Her sabah, mezarın bir duvarından yere kadar sabitlediği naylonun altında yatan bir evsiz “babayı” uyurken gördüm. Orası onun eviydi. Ne palas, ne teras, ne de saray. Toprağın üstünde, mezarın dibinde, naylonun altında yatan bir insanoğlu. Eski yatırla yeni yatır. İki komşu, iki baba.
Mezarın arkasındaki dik yamaca bir bina yamanmaya başlandı. Pazarlama taktikleri ile burası parlatıldı. Karşısındaki spor alanı da rant canavarının elinde başka bir binalar toplamına dönüştürülmeye başlanmıştı. Oraya “Beşiktaş Süleyman Seba Tesisleri” denilerek siyah-beyaz aşkımız da rantın midesini gördü. Dimdik bir hacimler bütünü. Yatay hacmi boğan ve çevreye de boğuntu veren, dar alana gıdım gıdım yerleştirilmiş dikey canavarlar.
Karşısında, neredeyse yola sıfır bir “... Teras”. Yamaca doğru yükselip, sonra dönüp gelip yolu dolduran görüntüsü ile heyula gibi yükleniyor insanın üstüne. Yol ve çevre tamamen hacimsel bir baskının altında. Karşılıklı iki yapı yeri göğü kesmiş. Fiziksel ve görsel bütünü parçalamış.
Bu arada Bardakçı Baba’ya ne oldu? Diğerine, orayı mesken tutan “sokak babasına” ne oldu?
İnşaatın başlaması ile birlikte gariban baba çoktan uçtu, uçuruldu. Bardakçı Baba’nın yeni mezarı ise çok cafcaflı. Steril yaşam alanının mimari dokusuna uygun bir cam çalışmasına konu oldu Baba. Zaten, bardak ve cam arasındaki fiziksel ilişki de böyle bir yaratım için çok uygun. Binanın çevreye mütecaviz etkisini azaltmak için de zaten yoğun bir cam kullanımı var. Bu kadar camın şıngırdadığı bir ortamda, bir stilizasyon ve sterilizasyon da Bardakçı Baba’ya nasip oldu: Dört iğreti duvar yerine bir cam sandukaya kavuştu. Eski yerinden bir iki metre ileriye ve yükseğe taşındı. Cam sandukanın içinde mermerden bir mezar taşı. Sandukanın zeminine ve camın dış çevresine de saydam taş görüntülü cam curufları yerleştirildi. Mezar, saydam yaklaşımlı bir sanatsal müdahale ile ehil ve evcil hale getirildi. Mermerde de eskisinden daha güzel bir yazı ile “Bardakçı Baba... Ruhuna Fatiha” yazısı.
Baba kalkıp gelse, eski mezarını asla tanıyamaz. Herkes memnun. Bardakçı Baba yatırı oldu “steril yatır”. Uzaktan estelasyon sanatı, yakından yatır. Camla yumuşatılmış bir mal. Ve zamanla yakından bakıldığında da yatırlığı yitip gidecek. Bu özel sunumuyla binanın bir parçası oldu çünkü.
Kent topyekûn bir kültürdür. “Baba” da yeni kentin yeni kültürü oldu.
Sözün başında sanat nesnesinden dem vurdum. Siz sanat yapmazsanız, günlük hayatı kuşatan egemen erk, yatırı dönüştürerek, cam lahitten sanatını yapar. Değişime tanık oldum, önünden geçtim, sanatsal yaratıma dönüştüremedim. Geç kaldım. Sanat hayata müdahaledir. Hayata müdahale edemedim.
İnşaat başladı; Mezar ve evsiz komşusu eski yerindeydi.  Bu süreç bir kısa filmdi, belgeseldi. Erteledim. Bir sonraki güne bıraktım. Derken, yatırın sırça köşke taşındığını gördüm. Milyon dolarlık dairelerden oluşan mal üretildi. Evsiz adam, bir mezar duvarı olan meskenini yitirdi.