Şok! Şok! Şok!
Türkiye birkaç gündür 2006 doğumlu imam hatip öğrencisinin Atatürk’e (kendi ifadesine göre oyun oynuyorlardı ve kağıttaki kişinin Atatürk olduğunu bilmiyordu) yaptığı saygısızlığı konuşuyor. AKP iktidara geldikten 4 yıl sonra doğan ve ayarlarıyla oynanan eğitim sisteminin içinde yetişen 17 yaşındaki bu genç, sosyal medyada büyüyen tepkinin ardından tutuklanarak cezaevine gönderildi. Ülkede zorunlu ve istisnai hallerde uygulanması gereken tutuklama tedbiri, bir kez daha toplumun bir kısmı üstünde sakinleştirici iğne etkisi yapması için devreye sokuldu. Çünkü ne şüphelinin kaçma olasılığı ne de delilleri yok etme imkânı var. Hukukçuların dediğine göre alacağı ceza da cezaevine girmesini gerektirmeyecek. Bu arada başka hiçbir tutuklamaya ses çıkarmayıp mevzu Atatürk ve Cumhuriyet değerlerine saldırı olunca çakma insan hakları fedailiğine soyunanları da fark etmedik sanılmasın.
Her ne kadar eylemi yapan genç, sosyal medyada tepkilerin odağına konulsa da meselenin onun şahsını aşan bir boyutu var. Ülkede nesillerin düşünce kalıpları ve değer yargıları, yıllardır gerici değerlerle kuşatılan eğitim sistemi üzerinden yavaş yavaş dönüştürüldü. Kendi eğiticilerini eğiten ve öğretmen olarak kadrolaştıran sistem, son yıllarda üretim bandından sağladığı verimliliği artırmaya başladı. Toplum ise olan biteni belirli “şok” dalgalarıyla algılıyor. Sosyal medyada yayılan malum görüntüler de böyle bir “şok” etkisi yarattı. Eğitim sisteminin ve kültürel erozyonun mağduru olan, ne yazık ki yavaş yavaş karanlığın taşıyıcı sütunlarına evrilmeye başlayan gençler, grup içi “eğlenceleriyle” halkı bir kez daha “şok”ladı. Üstünde tepinilen sadece bir video ama esas hikâye kamera arkasında dönüyor. İşte “sistem” dediğimiz şey de tam olarak bu. Servisi sistem yapıyor, smacı birey vuruyor.
***
2016 yılında Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov, cihatçı sloganlar atan bir polis tarafından öldürülmüştü. “Ne alaka?” denilebilir ama epey alakalı. Karlov’u öldüren ve kendisi de cinayet sonrası öldürülen Mevlüt Mert Altıntaş, AKP iktidara geldiğinde 8 yaşında bir çocuktu. 2002 yılında ilkokulda olan bir çocuk, aynı yönetim 14’üncü yılını geride bıraktığında dini sloganlarla büyükelçi öldüren bir emniyet mensubuna dönüşüyorsa, burada bireyden çok onu bu hale getiren çarklara yakından bakmak gerekir. Çünkü o polis de tıpkı Atatürk’ün fotoğrafını orasına burasına sürerek eğlenen gençler gibi, 8 yaşından öldüğü güne kadar geçen 14 yıllık sürede aynı atmosferin içinde nefes aldı, öğrendi, kavradı ve olgunlaştı. Değer yargıları bir hamur gibi yoğruldu ve şekillendirildi. El Nusra, Fetö ya da bir başka örgüt; bağlantıları her ne olursa olsun karakteri böyle bir alanda serpildi.
Bugün yıllardır işlemekte olan bir düzeneğin çıktılarıyla yüzleşiyoruz. Geldiğimiz mevcut aşamanın özelliği ise şu: AKP iktidarında siyasal İslamcı hegemonyanın genişleyen sınırları, gerici aklın yetiştirdiği nesilleri daha cüretkâr hale getirdi. Artık bir şeyler gizli gizli değil, açık açık yapılabilirmiş gibi görünüyor. Bırakın tepki görmeyi, bu tip davranışların etraftan takdir toplayabileceği düşünülüyor. Laikliğin ve Cumhuriyet’in uygarlığa dair ilerici birikimlerinin tasfiye edildiği memleket ortamında, ataerkil lümpenlikle harmanlanmış gerici akıl, artık “norm”a dönüşebileceğini tahayyül ediyor.
Devlet ise tüm olan bitenin ortasında kendisini popülizmin kutsal ırmağında yıkıyor. Tutuklamayla toplumun gazı alınmaya, mevzu “bireysel sapma” düzeyine indirilmeye çalışılıyor. Entelektüel derinliği kaybolan ve şoven akımların etkisine giren Atatürkçülük de hedefteki bireyin adalet mekanizması tarafından hırpalanmasıyla “politik zafer” elde edilebileceğini sanıyor. Laikliğin ve bilimsel eğitimin örgütlü bir mücadeleyle savunulması gerekliliği ise bu hengâmede yine gözden kaçıyor. Çürüme ve değer yitimi, bir sonraki “şok”a kadar unutulacağa benziyor.
***
Türkiye’nin dört bir yanında imam hatip dayatmasına ve eğitimdeki çağdışı uygulamalara karşı direnen yurttaşların ne kadar değerli bir çaba içinde oldukları bugünlerde daha iyi anlaşılmalı.
Örneğin, İstanbul Beşiktaş’taki Konaklar Mahallesi’nde bulunan ve 7 yıl önce imam hatibe dönüştürülen İsmail Tarman Ortaokulu’nun velileri, okulun tekrar normal haline dönmesi için örnek alınacak bir mücadele veriyor. Mahkeme kararları 4 kez haklılıklarını ispatladı ancak kararlara kulak asmayan Milli Eğitim Bakanlığı okulu açmıyor. Veliler ise bilimsel eğitim mücadelesinden vazgeçmeyeceklerini vurguluyor.
Bu bir mahallenin sorunu değil, bütün memleketin sorunu. Çünkü eğitim kaybedilirse gelecek de kaybedilir. İşte bu yüzden belirli “şok” anlarına sıkışmayan, düzenin gerici baskısına karşı bütünlüklü ve örgütlü bir şekilde yürütülecek politik mücadeleye ihtiyaç var. Aksi halde zihin dünyası zehirlenen koca bir neslin birkaç üyesini taşlayarak günlük tatminlerle oyalanmaya devam edilecek.