Squid Game Türkiye
Meşhur diziyi izleyenleriniz vardır. Son 3-4 aydır dünyada en çok konuşulan Netflix dizilerinden biri. Bilmeyenler için kısa bir özet geçeyim; işte bir grup hayattan ümidini kesmiş ve çaresiz insanı bir adaya toplayıp ölümüne oyunlar oynatıp en son kalana adam başı belirledikleri miktarın toplamını veriyorlar. Milyonlarca TL’ye denk gelen bir rakam. Tam rakamı veremiyorum çünkü malumunuz kur her gün değişiyor, paramızın değeri her gün düşüyor ama kabaca milyonlarca olarak değerlendirebiliriz.
Batı ülkelerinde diziye bu kadar kopulmasını anlıyorum birazcık. Fantastik geliyor muhtemelen ortalama bir batılıya dizide yaşananlar ama bizim ülkede bu kadar ilgiyle izlenip, üzerine tartışılacak ne vardı gerçekten anlamıyorum. Ben diziyi izleyince “Eee? Ne var lan bunda? Her gün zaten buna benzer bir şekilde yaşamıyor mu bizim insanımız?” diye düşündüm. Üstelik dizinin aksine bizde adam başı belirlenen fiyat baya bir düşük. Hatta çoğunlukla üste biz para veriyoruz. Herhalde artık “Tamam abi biz de şartları düzeltemiyoruz madem sanki şartlarımız düzgünmüş gibi takılalım.” diye düşünüyor insanlarımız.
Yıllar önce Atatürk Olimpiyat Stadı'nın açılış maçına gitmiştim. Galatasaray - Olimpiyakos maçı. Squid Game’in düşük bütçeli bir versiyonunu çekmiştik 60-70 bin kişi. Bizi açık alanda topladılar. “Aha stadyum orada! Koşarak bu bayırları geçerseniz ve akabinde stadyum etrafındaki demir parmaklıları aşabilirseniz maça girebilirsiniz!” dediler. Bir kısmımız o gün o bayırlarda geride kaldı, futbolla alakasını bıraktı. Bir kısmımız devam etti maça 2. Yarıda girebildi. Bir kısmımız maç sonu stadyum çevresine yerleşti. Ailesini kurdu, evini yaptı, tarlasını sürdü, sonra o tarlalarına tapu çıkarttı akabinde fahiş fiyata satıp zengin oldu… Hey gidi günler…
Atatürk Olimpiyat Stadına daha sonra Şampiyonlar Ligi maçları için de gittim. Demek ki benim de kafam pek çalışmıyormuş. Hatta gitmekle kalmadım o maçlar için özel kombine çıkartmışlardı onu bile aldım. Öyle bir gerzeklik. Her seferinde de benzer maceralar yaşadım. Açılış maçında kaybettiğim arkadaşlarımı yaban hayatı içinde yeniden buldum. Bir kısmıyla sarıldık hasret giderdik bir kısmı beni ısırdı… Zor günlerdi…
Galatasaraylı olduğum için genelde bizim takımla alakalı anılarım var. Mesela şu anda maçları oynadığımız yeni Ali Sami Yen’de de güzel çilelerim oldu. Stadyuma zor girip zor çıkmak bir Türkiye geleneği. Muhtemelen bütün takım taraftarları bu tarz şeyler yaşıyor.
En son geçtiğimiz hafta sonu Formula 1 İstanbul yarışı yapıldı. Geçen seneden farklı olarak tüm kategorilerden bilet satışı yapılan bir organizasyon oldu bu sene. Tabii ki bir gelenek yaşatılmaya devam etti. Piste girişte ve çıkışta, çeşitli engelleri aşabilecek yetenekte ve sabırda insanlara bu muhteşem organizasyonu izleme fırsatı verildi. Farklı bilet fiyatları dışında protokol ve VIP’ler hariç herkes eşit şartlarda yarıştı. Bir kısmı yarışı tamamen bir kısmı yaklaşık 10-15 tur eksik izleyebildi. Nefesi ve gücü yetmeyen yarışı göremedi. Burası Türkiye. Sadece parasını vermeniz eğer VIP değilseniz, size bir organizasyonu sorunsuz izleme olanağı sağlayamaz. Zaten de sağlamamalı. Hepimiz bu kadar kolay bir şekilde spor organizasyonlarını izlesek, parasını verip almayı planladığımız hizmeti sorunsuz bir şekilde alsak o organizasyonun kıymetini yeteri kadar bilebilir miyiz? Bugün bir Nürburgring’de F1 izlemeye giden insanın bu spora ve organizasyona verdiği kıymet ile Pazar günü İstanbul’da giden insanın verdiği değer bir midir? Olabilir mi öyle bir şey?
Burası Türkiye aslanım. Squid Game dizisinin en sert karakterini getir 2 güne kuzuya döner. Tövbe eder diz çöker. Bize gelmez böyle diziler… Dizi tırt bu arada. İzleyelim mi diye soracak olan varsa açın Seinfeld’i tekrar izleyin, hiç olmazsa gönül rahatlığıyla gülersiniz diyorum.