Halil İnalcık kuşkusuz büyük bir tarihçi. Çok önemli bir bilim insanı ve gerçek “Hoca.” Yazdıklarını yıllardır okurum. Çok öğreticidir. Tarihi, sosyal ilişkilerden, üretim ilişkilerinden ayrı tutmayan...

Halil İnalcık kuşkusuz büyük bir tarihçi. Çok önemli bir bilim insanı ve gerçek “Hoca.”


Yazdıklarını yıllardır okurum. Çok öğreticidir. Tarihi, sosyal ilişkilerden, üretim ilişkilerinden ayrı tutmayan analitik bir yaklaşımı vardır. Hocayı okumanın verdiği hava ile dost söyleşilerinde adını hep anarım. Bilmeyenleri, böyle birini bilmiş olmanın havası ile, bilenleri ise, bu ayrıksı bilim adamını bilen az sayıdaki kişi olmaklığımla acayip etkilerim. “Halil İnalcık’ın, 1600’lü yıllarda İran’dan Bursa’ya getirilen ipek balyası sayısı ile vardığı sonuç…” diye başlayıp, bölük börçük bilgi kırıntıları ile dinleyenlerin bütün taktirlerini toplarım.


Geçenlerde Hoca da mahazine düştü.  Popüler kültüre malzeme oldu. Tarihle ilgisi olan herkesin bildiği bir kişi konumundan, herkesin “ünlüsü” konumuna geçti. Bütün havam söndü. Ayrıcalığım sona erdi.


İnalcık Hoca Osmanlı’nın 1299’da değil, 1302’de Yalova’da gerçekleşen bir savaş sonrasında kurulmuş sayılacağını söyledi. Daha doğrusu, yıllar öncesinden beri yazmış olduğu bu görüşünü bir kez daha dile getirdi. Zaman ve zemin uygundu. Belki de popüler kültürün sığlaştırıcı ve dönüştürücü mekanizması onu yeni fark etmişti. İçeriği değil, etkisi önemli olan bu görüş gündeme oturtuldu.


Tarihi en çok konuşup, tarihi bilmeyen bir toplum olarak, 1299 temel direğinin sallanması ile “ağır magazin” söylem aldı başını gitti.


Tarih, bulunduğumuz yerden oluşturulan, geriye doğru kurulan mekanik bir kategori değildir. Tarih yazımı, tarih kurmak değildir. Bulunduğumuz yerden geriye doğru bir niteleme ve çözümlemedir.


Tarihsel olaylar, toplumsal akışın, sosyal ekonomik ilişkilerin dışında ayrı bir kategori de değildir. Kısacası, tarih ve üretim ilişkisi, üretim süreci bağlamında yaşanmış, şimdiki zamana gelmiş uzun bir zincirdir.


Tarihi zaferlere, olaylara ve kişilere indirgeyen idealist yaklaşım özellikle orta öğrenimde ülke insanını tarih habersiz hale hale getirmiştir: Tarih, sıkıcı bir derstir. Bir yandan da tarih, şanlı zaferler, büyük fetihlerdir.


Oysa, tarih bir değerlendirme, çözümleme sonuç çıkarma sürecidir. Bu süreçte olaylar bir kahramanlık menkıbesi değil, etken olan öznedir.


1302 saptaması bir değer yargısı değil, bir değerlendirmedir. Bu tür değerlendirmelere tartışmanın çıktığı günlerdeki kimi “ilgililer” gibi fevri kükremeler yerine bilimsel açıdan bakmak gerekir. Ama nerde! Bizde tarih bir değer yargısı gibi, ahlaki sorun gibi kabul edilir. Tarih bilgisi ve bilinci olmayınca, olup olacağpı da budur.


Osmanlı’nın 1299’ da kurulması savı II. Abdülhamit’e kadar giden “tarih oluşturma” çabasının bir sonucudur. Bir görüştür. İnalcık Hoca çıkar “Kuruluş 1302”  der.


İsmail Hakkı Uzunçarşılı –Enver Ziya Karal’ın birlikte yazdığı sekiz ciltlik “Osmanlı Tarihi” ise daha ilginç görüşler içermektedir. Bu kaynağa göre Osmanlının ikinci padişahı Orhan Gazi zamanında bile İlhanlılara vergi verilmektedir. Orhan Gazi’nin iktidara geçişi 1324 ya da 1326. Hani kuruluş 1299 idi? Ya da 1302!  Anadoluyu egemenlikleri altına alan İlhanlılara  vergi veren bir devlet nasıl bağımsız bir devlet olur? Yine Uzunçarşılı’ya göre Orhan Gazi “Hükümdarlık alameti” olarak  ilk kez 1327 tarihinde sikke kestirilmiştir. Yani devletin kendi parası- yani bağımsızlığı-1327’de gerçekleşmiş; alın size bir kuruluş tarihi daha! Yönetime gelişin üçüncü yılında ancak para bastırabilmiş bir “Bey”. Henüz “Padişah, Han, Sultan” değil.


Ezberlediğimiz tarih kitaplarında ne denirdi: Osmanlı filan devleti vergiyle kendisine bağladı. Osman gazi’nin kurduğu, oğlu Orhan Gazi’nin başında olduğu beylik de vergiyle İlhanlılara bağlananlardan…


Ağır magazin tarihin belini büktü. Bilimsel bilgi değil, “1299” tarihinin de ikonik algısı ve bir “kutsal” değer yargısı düzeyinde kabul görmesi gündelik hayatta egemen olduğundan, “bir görüş” olan 1302 konusu, kesin gerçek algısı ile gündemi dolduruverince, “ya o, ya bu”  seçimi ile karşı karşıya kaldık. Bu arada benim de “İnalcık uzmanlığı” yıldızım söndü. Ne denir? Tarih affetsin hepimizi.

Haftanın dizesi;
Kimseyi şaşırtmıyor/Kendi kardeşinin galibi olmak...
(Ahmet Şamlu, Çev. Cevat Mukaddes, YKY)