Thrasymakhos ahlakının çöküşü üzerine kısa Notlar: Karşıdevrime
Fotoğraf: Depo Photos

Seda ÜNSAR*

Karşıdevrim artık anayasanın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen tüm maddeleri de dahil olmak üzere her şeyi de jure olarak da ilan edecek güce sahip olma yolunda hızla ilerlemektedir. Karşısındaki tek güç, toplumsal ve siyasi reflekstir1”  dediğimiz noktada, toplumsal refleks siyasi reflekse dönüşerek karşıdevrime dur demiştir. Bu, Batı basınının da “ezici bir zafer” diye nitelendirdiği tarihi bir andır.

İbni Rüşt ile sembolleşen akılcı akımın Gazali ile önünün kesilmesiyle birlikte kendi rönesansını ve bilimsel devrimini gerçekleştiremeyen bir İslam almış olan ve sanayi devrimini kaçıran Osmanlı, kapitalist dünya-ekonomiye geç ve çarpık entegre olduğundan sınıf yapıları da, kapitalizm de Batı’dan farklı gelişmiştir, demiştik.2  Bu ne demek? Basitçe açıklayacak olursak, kapitalist üretim olmadan kapitalist özelleştirme olması demektir. Örneğin, idari yapı olarak devletin kendisi anlamına gelen tımar, malikâne sistemine geçişle özelleştirilmiştir; yani yeniden-dağıtımcı (redistributive), patrimonyal sistemde (Batı’daki gibi pazar dinamiklerinin şekillendirdiği seri) üretim yoktur ama (hazineye gelir olması için) devlet özelleşmiştir.

Devraldığı bu makroyapısal şartlarda, normalde rönesansın birkaç yüzyıllık süreçler içinde doğurması gereken ulus-devleti, hem aydınlanma, hem ulusal ekonomiyi kurma işini aynı anda üstlenerek on beş yılda inşa etmeyi başaran cumhuriyet, kendini devam ettirecek olan sivil toplumun tohumlarını atmayı da başarmıştır. Fakat 1980 darbesiyle pasifize edilen ve akabinde apolitikleştirilen toplumsal yapı, cumhuriyetin sivil toplumu Gezi’de rüştünü ispatlamış olsa da, iktidarı değiştirmeyi başaramamıştır. 
Bu şartlar altında, 2024 yerel seçimlerinde, cumhuriyetin de, çok partili demokratik rejimin de kurucu partisi olan CHP’nin başarısının kendisi, başarıya neden olan dinamiklerden daha önemlidir.

Soğuk Savaş boyunca ilerici güçleri sürekli ve büyük darbeler alırken gerici güçleri beslendiği için, Soğuk Savaş sonrasında Oryantalist Batı paradigmasının görmek istediği kimlik çatışmasına nihayet sıkıştırılmış olan Türkiye; aydın sınıfının tasfiyesi ve özgür medyanın kitlesel gücünün kırılmış olmasıyla derinleşen baskı ortamının yarattığı demagoji ve kavram karışıklığına rağmen, ayağa kalkmayı başarmıştır.

1994 yerel seçimlerindeki %75’lik bölünmüşlük nihayet aşılmış, “kazanacak adaya oy verme” stratejisinin hayati önemi kavranmış ve ülkenin kurucu partisine bir kez daha görev verilmiştir. Ve söz konusu görev, yıkılanı (tabandan tavana doğru) kurma görevidir. 
Halkın gözünde “kazanacak aday”ın CHP’li adayların oluşu, CHP’nin bazılarının yıllardır hakarete varan şekillerde iddia ettiği gibi Türkiye kimliğine aykırı ve hiçbir seçimi tek başına kazanamayacak bir parti olmadığını göstermiş ve bu Oryantalist tutumun tarih dışılığını bir kez daha hatırlatmıştır.

Üstelik, başarı sadece adaylar seviyesinde kalmamış ve belediye meclislerine de taşınabilmiştir. Özellikle Ekrem İmamoğlu’nun çoğu başarıya meclise rağmen imza atmış olması, bir de meclis desteği olsa neler yapabileceğini göstermiştir. 2019 seçimlerinde büyük şehirleri alan CHP’nin sosyal belediyeciliği halkçı, adaletli, şeffaf ve dayanışmacı bir biçimde yürütmesi, “Kudüs veya Gazze”nin düşeceği, dinin elden gideceği” gibi gerici, irrasyonel ve Türkiye’yle ilgisi olmayan sloganları da boşa çıkartmıştır.
Söz konusu görev, %64’le ve ülke ekonomisini kontrol eden yerlerin %80’i olarak verilmiştir. Açıkçası, demokrasi rakam işi değildir. Fakat tüm bu rakamları yine de tekrar etmemizin iki nedeni var.

Birincisi, postmodern, neoliberal, Amerikan sandık demokrasisi, sandığın kurulduğu ve sayıldığı şartları göz ardı ederek, demokrasiyi yüzdeler üzerinden tanımlar. 31 Mart seçim sonuçları bu tanıma bir yanıt olmuştur.

Üstelik 2024 seçimlerinde de, rejimin daha önceki seçimlerinde olduğu gibi, bu rakamlar, eşit, özgür ve adil olan bir seçime hazırlık ve seçim sürecinin sonuçları olarak alınmamıştır. Analizlerde genellikle devredışı bırakılsa da, senelerdir seçim öncesi, seçim esnası ve sayım sürecindeki baskıcı, yıldırıcı ve saldırgan ortam, oluşturulan sandıkların yapısı, seçim sonrası mazbata tesliminde ve yeniden sayımlarda yaşananlar, seçim oranlarının da ne kadar güvenilir olduğunu ortaya koyacak niteliktedir.

İkincisi, AKP iktidarını iktidar yapan karşıdevrim sürecinin arkasındaki Amerikan-AB emperyalizmi ile medya ve devlet kurumlarının parti-devletin elinde olmasının yaratmış olduğu baskı ortamını göz ardı eden Oryantalist Batı ve Türkiye’deki temsilcileri, ülkeyi, birkaç puanlık değişimlerle 52-48 ikilisine hapsederek, yıllardır aldığı darbelere rağmen ayakta kalmayı başaran laik cumhuriyet kimliğini ve cumhuriyetin kurucusu partiyi yok saymış; kendi imajındaki “ılımlı İslam” fantezisine oturtmuştur. 31 Mart seçim sonuçları aynı zamanda Oryantalizmin bu deli gömleğine bir yanıttır.

Mayıs 2023 genel seçimleri umutsuzluğu derin bir hayal kırıklığıyla birleştirerek kronikleştirmişti. Halihazırda aslında oldukça apolitize olan gençlik, hayatını, çalanlardan geri alabilme umuduyla son bir adım atmış ve karşılaştığı duvarla tekrar alevlenen siyasete ilgisizliği Türkiye’yi terk etme arzusuna dönüşmüştü.

Çocuklar okula gidecekleri yerde işçilik yapıyorlar fakat yine de karınlarını doyuramıyorlar. Üniversite öğrencileri vasıfsız işçi, emekliler dilenci muamalesi görüyor. Maaşları aşan kiralarla barınamaz hale gelen halk, Maslow’un hiyerarşisinin en alt katında intihara sürüklenirken, Osmanlı’nın 19. yüzyılı gibi yabancılar ülkenin tadını çıkarıyor ve sarayın harcamalarının dakikası 23 bin lira. Ve biz Fransız Devrimi öncesi Fransa’dan değil, bundan yüzyıl önce emperyalizmden kurtuluşun ilk ve en büyük örneğini vermekle kalmayıp tüm Doğu ulusları için umulmadık bir modern devlet ve toplum inşa etmiş olan Türkiye’nin 2024 yılındaki halinden bahsediyoruz. Eğer ki bu hal, seçimle bile değişmiyorsa, o ülkenin vay haline! İşte bu sebeple, eğer 31 Martta da sonuç alınamasaydı, Türkiye gerçek anlamda, tarihsel mirasına rağmen, kaçabilen herkesin terk ettiği 1978 İran’ına dönebilirdi. Bu seçim her şeyden önce bunu engellediği için de tarihsel bir andır.

Seçimin yıldızlarından biri, 81 ilin 11’ini, 61 ilçeyi ve onlarca muhtarlığı alan kadınlar olmuştur. Bu kadınlar, iktidarın “bir kereden bir şey olmaz”cı veya vitrin kadınlarından farklıdır. Bu farka en güzel örnek olarak, Akbelen Ormanı direnişçisi gösterilebilir. Gençlerin %80’i iktidar karşıtı tavır alırken, seçilenler içinde yer alan gençler ve profilleri de, özlenen ve imrenilen Avrupa siyasetiyle karşılaştırılacak kadar dikkat çekicidir. 
Son olarak, Thrasymakhos’un “güçlünün tarafında olma” olarak özetleyebileceğimiz erdemsiz (adaletsiz) adalet kavramının bir tecellisi olan iktidar ahlakı açıkça cezalandırılmıştır. Fakat aslolan bu ivmenin kaybedilmeden, erken seçim baskısına dönüşmek zorunda oluşudur;  Türkiye’nin derinleşen sorunlarına ne kadar erken müdahale edilirse, o kadar iyi olduğunu da vurgulamak gerekir.

*Akademisyen, yazar