TBMM gündemine getirdiği Anayasa değişikliği paketiyle, iktidar toplumsal yaşamın her alanını kendi mantığına göre biçimlendirme arayışında

TBMM gündemine getirdiği Anayasa değişikliği paketiyle, iktidar toplumsal yaşamın her alanını kendi mantığına göre biçimlendirme arayışında ciddi olduğunu gösterdi. Stratejik alan ve kurumları ele geçirme konusunda, Anayasa’nın koyduğu sınırlara dayanan iktidar, şimdi Anayasa’nın kendisini hedef alıp, bu sınırları zorluyor.
İktidarın genişleme ve derinleşme konusunda kaydettiği mesafe tartışma götürmez. YÖK’teki değişimle birlikte, birkaç istisna dışında, üniversiteler iktidar çevrelerinin denetimine girdi. Maliye destekli operasyonlar ertesinde, medya alanında da sorun, neredeyse, kalmamış görünüyor. Ergenekon Soruşturması ve Davası, giderek, askeri alan üzerine inip kalkan bir sopaya dönüştü. Yargı alanının büyük bir dönüşüm geçirdiği de tartışmasız. Anayasa değişikliği gerçekleştirilirse, Yüksek Yargı’dan çıkan “çatlak sesler” de susturulmuş olacak.
Belki hepsinden önemlisi, ekonomik alanda, yatağı değiştirilip, iktidar çevrelerine doğru akıtılan sular “bizim Çalıkların” çorak tarlalarını vahaya çevirmiş bulunuyor.
Bu gelişmeler karşısında, aklıselim sahibi herkesin kafasında, benzer bir soru dolaşmaya başladı; mutlak iktidar mümkün müdür? Mümkünse, bizim de içinde yer aldığımız geniş bir kesim için, durumun vahametini tartışmaya gerek yok. Ancak, sorulmayan, ancak sorulması ve yanıtlanması önemli bir başka soru daha var; bu tür bir iktidar biçimi “iktidar sahiplerinin” kendisi için iyi bir şey midir?
Mutlak iktidar arayışı ve ortaya çıkardığı bu sorulara farklı bir pencereden bakmamıza olanak sağlayacağını düşündüğüm toplam kurum kavramına dikkat çekerek tartışmayı sürdürmekte yarar görüyorum.
Sosyolog Irwin Goffman tarafından geliştirilen toplam kurum kavramı dört ana özellik etrafında tanımlanmaktadır; i) toplumsal yaşamın tüm alanlarının aralarındaki sınırların kaldırılması ve ayrım gözetmeksizin, tek bir otoritenin kontrolü altına girmesi, ii) yönetilen kesimin tüm etkinliklerinin herkesin gözü önünde cereyan etmesi, iii) otoritenin yönetilenlerin yaşamını ve genel işleyişi katı kural ve rutinlere bağlaması, iv) tüm etkinlik ve işleyişin otoritenin tasarladığı bir büyük plan ve amacın parçası olarak kurgulanması ve gerçekleştirilmesi.
Bu özellikleri çerçevesinde, toplam kurumun tanımladığı nüfus üzerinde, kurumsallaşmış despotluk ve zor yoluyla, iktidar üretme aracı olduğunu söyleyebiliriz. Bu tür bir sistem yönetilenleri, haklarından arındırırken, yaşamlarının tüm alanlarını kapsayacak biçimde, sürekli gözetim altında yaşamak durumunda bırakır. Sistem, itaatsizliği şiddet ve yoksun bırakmayla cezalandırılırken, sadakat küçük ama düzensiz ödüllere konu olur.
Bu özelliklerin her biri için, bugün toplumsal yaşamımızdan, korkutucu örnekler bulabiliriz; telefon, internet ve benzeri iletişim araçlarına yönelik dinleme ve izleme tekniklerinin yoğun kullanımı kamusal alandaki ilişkilere kısıtlı kalmıyor; toplumun geniş kesimlerinin özel yaşamları, yatak odaları da dahil olmak üzere, bu sayede kamusal hale gelmiş bulunuyor.
Bugün medya kuruluşlarından yargıya, üniversitelerden askeri alana mevcut iktidar yumağının isteği, tek bir mantık ve sesin bu kurumlara hâkim olmasıdır; o da iktidarın kendi sesi ve mantığıdır. Tam da bu nedenle, iktidar çevreleri, en tepedekinden en deredekine, bu mantığın dışından konuşan herkesi, standart biçimde, ya ideolojik-siyasi, ya da yıkıcı olmakla suçluyor. Suçlamaları soruşturma ve davalar izliyor. Sadakat gösterenlerse, konumlarına göre, siyasi-idari pozisyon, ucuz kredi, yoksulluk yardımı, kömür ve yiyecek paketleriyle ödüllendiriliyor.
Bütün bu örnekler iktidarın, ciddi biçimde, Türkiye’yi bir bütün olarak toplam kurum olarak görmek istediğine işaret ediyor.
Bu gerçekleştirilebilir bir hedef midir sorusuna yanıt vermek için, önce toplam kurum uygulamasının mümkün olduğu durumlara bakmakta yarar var. Goffman, modern toplumun toplam kurumlarına bir dizi örnek veriyor; askeri birlikler, akıl hastaneleri, hapishaneler, toplama kampları, manastırlar.
Verdiği çok sayıdaki örneğe karşın, Goffman toplam kurum modelini, üzerinde uzun süre çalıştığı akıl hastanesi üzerinden geliştirmiştir. Daha sonra, benzer bir yaklaşımla, ünlü düşünür Foucault, bir toplam kurum olarak, hapishanelerde iktidar ilişkilerinin nasıl işlediğini inceler. Diğer bir anlatımla, toplam kurumlara en iyi iki örnek olarak, akıl hastaneleri ve hapishaneler öne çıkmaktadır.
O zaman soru şu; her şeyin tek bir odaktan ve tek bir mantıkla kontrol altında tutulduğu bir modeli akıl hastanesi ve hapishanede kurarsınız da, sınırları içinde yetmiş üç milyon insanın yaşadığı 814.578.000.000 m2’lik bir alan bir toplam kuruma dönüştürülebilir mi?
İşte tam da bu soru çerçevesinde, akıl hastanesi ve de hapishane örneklerini hatırlamak önemli. Çünkü tüm uyarılara gözlerini kapatıp, bütün ülkeyi bir mutlak kurum olarak “düşleyen” iktidarın bu çabası ya bir suça, ya da bir akıl sağlığı sorununa işaret ediyor.
Öte yandan, bu akıl tutulması ortamında, iktidarın bu çabası başarıya ulaşırsa, işte o zaman, akıl hastanesi/hapishane melezi toplam Türkiye’ye hoş geldiniz.