Toplumsal yaşam kaç kişiyle (ya da konumla) başlar? Birçok nedenle, iki sayısı akla yakın görünmekle birlikte, ünlü sosyolog Simmel

Toplumsal yaşam kaç kişiyle (ya da konumla) başlar? Birçok nedenle, iki sayısı akla yakın görünmekle birlikte, ünlü sosyolog Simmel öyle düşünmüyor. Çünkü diyor Simmel, iki taraflı ilişkiler birey(sel)-üstü bir yaşamın öngördüğü bir kurumsallaşmayı içermez. Tam da bu nedenle, iki taraflı ilişkinin en temel sorunu tarafların anlaşmazlığa düşmesi ve bu anlaşmazlığın çözümsüz kalmasıdır.  Bu tür bir durumda, taraflardan birinin geri çekilmesi toplumsallığın da sonunu getirecektir.
Bu nedenle, Simmel bu tür anlaşmazlık ve çıkmazlara müdahale edebilecek bir üçüncü konuma ihtiyaç olduğunu öne sürmektedir. Ancak üçüncü tarafın belirişiyle, birey(sel)-üstü bir alan ve toplumsal alanı ayakta tutan kurumsallaşmalar ortaya çıkar.
Öte yandan, Simmel’e göre, üçüncü tarafın ortaya çıkışı, toplumsal yaşamın düzenlenmesinde üç olasılığı gündeme getirir; i) üçüncünün tarafsız konumuyla, hakem rolünü oynaması ve toplumsalı parçalayacak hırsları dizginleyecek nitelikte müdahalelerde bulunması, ii) iki taraf arasındaki anlaşmazlıkları tarafsız biçimde gidermek yerine, üçüncü konumdakinin durumu kendi çıkarına kullanması, iii) böl-yönet stratejisiyle, iki taraf arasında çelişkiler yaratmak ve bu durumdan yararlanarak, üçüncünün kendisine iktidar konumu yaratması durumu.
Yukarıdaki değerlendirmeyi, içine itildiğimiz ve giderek derinleşen kriz senaryosuna bir başka pencereden bakmak amacıyla gündeme getirdim. Bugünkü siyasal krizin önemli bir nedeni olarak üçüncü konumun uğradığı tahribat gösterilebilir. Tam da bu çerçevede, Simmel’in üçüncü konuma ithaf ettiği hakemlik ya da aracılık konumunu ve bu konumun sorunlu hale gelmesinin siyasal krize yaptığı katkıyı değerlendirmek istiyorum.
Biliyoruz ki, Türkiye uzunca bir süredir, iki taraflılık etrafında tanımlanan bir dizi durumla karşı karşıya. Siyasal düzlemde, farklı seslerin varlığına karşın (bu gazeteden çıkan sesler de dahil), iki taraflı bir yarılma yaşıyoruz. Bu yarılma sürecinde, üçüncü konumu temsil edebilecek güçler, ya bu durumdan kaçmak için, iki taraftan birine yaklaşıp, içinde eriyor ya da marjinalleşiyor/yok oluyor.
Bu süreçte, bilinçli bir marjinalleştirme/yok etme stratejisinin başarıyla uygulandığını biliyoruz. Eğer Simmel’in iki taraflılık konusundaki teşhisi doğruysa, bu durum Türkiye’de toplumsal alanın büyük bir tehdit altında olduğunu gösteriyor.
Üçüncü konumun geçtiğimiz dönemde yaşadığı tahribata yönelik çok sayıda örnek var. Bunlardan biri Cumhurbaşkanlığı kurumu. Türkiye’nin siyasal sisteminde, Cumhurbaşkanlığı kurumunun tarafsız olarak tanımlanan üçüncü konumu temsil etmesi öngörülür. Ancak, iktidarın lider kadrosunda yer alan Abdullah Gül’ün, tüm uyarılara karşın, Cumhurbaşkanlığı’na taşınması, bu konumun tarafsızlığını da gölgelemiş bulunuyor. O nedenle, kriz durumlarında, Çankaya üçüncü konumu temsil etmekten uzakta kalıyor.
Bir başka örnek üniversitelerin konumundaki değişim. Üniversiteler bilimsel etkinlikleriyle üçüncü konumu temsil eden kurumlar arasında sayılırdı. Zaten tartışmalı olan bu konumları, YÖK-Cumhurbaşkanı işbirliğinde yapılan müdahalelerle, daha da sarsılmış bulunuyor.
Kuşkusuz üçüncü konumun tahribine ilişkin en güncel tartışma Yüksek Yargı etrafında yaşanıyor. TBMM’nin gündemine olaylı biçimde gelen Anayasa değişikliği tasarısıyla, üçüncü konumun en önemli aktörlerinden biri olan Yüksek Yargı hedef tahtasına konulmuş bulunuyor.  Anayasa değişikliği gerçekleşirse, yargının, halihazırda sarsılan özerk ve tarafsız konumu bütünüyle soru işareti haline gelecek.
Ancak, söz konusu süreç üçüncü konumun tahribatı açısından, çok daha tehlikeli bir başka gelişmeye işaret ediyor; eğer değişiklikler referanduma konu olursa, toplumun kendisi, zaten uyumlanmaya başladığı, ikili yarılma içinde, daha açık biçimde tavır ve konum almaya itilecek.
Bu durumun esaslı bir ironiyi barındırdığına kuşku yok; referandumla üçüncü konum ikiye yarılmış toplumun içinde derinleştirilecek; hem de üçüncü konumu temsil eden Yüksek Yargı’nın özerkliğini tahrip edecek.
Buraya kadar, Simmel’in üçüncü konuma atfettiği ilk seçenek olan hakemlik/aracılık görevi üzerinden bir değerlendirme yaptık. Toplumsal alandaki sorun ve çelişkileri üçüncü konumdakilerin kendi çıkarlarına kullanması, ya da böl-yönet stratejilerinin parçası haline getirmesi üzerinde hiç durmadık.
Benzer konumdaki kaybedenlerin birbirlerinin boğazını sıkmak üzere, toplumsal yarılmanın iki tarafında da yer aldığını görünce, üçüncü konumun karşı karşıya kaldığı duruma, hakemlik/aracılık işlevi kadar, güdümleme ve böl-yönet stratejileri açısından da bakmak gerekiyor.
Üçüncü alanda hakemlik görevi üstlenenleri bu derece hedefe alan iktidar, belki de, diğer iki stratejiye daha fazla yer açmayı hedefliyordur!