Nedense tekil olaylar beni heyecanlandırmıyor artık, olup bitenlerin arkasındakine, tarihteki örneklerine ve yöneten ile yönetilenin zihniyetine bakmak daha anlamlı...

Nedense tekil olaylar beni heyecanlandırmıyor artık, olup bitenlerin arkasındakine, tarihteki örneklerine ve yöneten ile yönetilenin zihniyetine bakmak daha anlamlı: Bu çok kritik, çünkü tarih içindeki süreklilik ve kopuşu anlamlandıran ardındaki ortak payda ZİHNİYETTİR.

1. TÜRKİYE’DE SANSÜR VAR MI? Türkiye bir siyasal devlettir, siyasal devletin olduğu her yerde resmi tarih vardır, devletin olduğu her yerde “sanal bir devletin çıkarları” kavramı vardır, devletin çıkarları olduğu zaman da “hassasiyetler” vardır, yani tıbbi deyimle cildin tahriş olduğu ve dokunulduğunda canı yanan ve can yakan hassasiyetler vardır. Değil Türkiye’de dünyanın her yerinde, siyasi iktidarın olduğu her ülkede, sansür vardır.

2. Peki, TÜRKİYE’DE NİÇİN SANSÜR KONUSU NESNEL TARTIŞILAMAZ? Çünkü Türkiye’de sistematik olarak sansüre karşı çıkan bir sivil toplum ve aydın tavrı yoktur, ilkesel olarak bakıldığında, başta sinema tarihimiz olmak üzere, aydınlarımız ve sanatçılarımız da sansürleme işleminin parçalarıdır. Her tekil ve öne çıkan konuda tuhaf ittifaklar çıkar, ama şunu bilelim ki sansür tekil değil, geneldir, hatta ifade hak ve hürriyetleri hakkını kullanma nadirdir, sansür yaygındır ve egemendir. Bu süreç sinema sanatçıları arasında da bizzat kullanılır ve aslında ittifaklar belirli güç oluşturma ve gücü uygulamak üzere kurulur, ittifakın amacı çıkar birliğidir, bu nedenle de yukarıdaki denklem sivil olduğunu iddia edenler arasında yeniden üretilir.

Sansürün nesnel tartışılamamasının sosyolojik kökeni ve nedeni, aslında bir toplum olarak Türkiye’deki temel ilişkilerin ardında siyasi iktidarın çok kalın ve tehdit edici gölgesinin olması ve Türkiye’de topluma dair yansıyan imgenin siyasal olarak kurulması, bilgi dolaşımının aşırı kontrol edilmesi, nihai aşamada ise saydamlık katsayımızın düşük olmasıdır. Türkiye saydam olmayan, halkın kendine dair bilgisi sınırlı, hisleriyle hareket eden ve aklını nadiren kullanan bir ilişkiler ağını yaşamaktadır. Bu nedenle Sansür bu ülkede nesnel olarak tartışılamaz, çünkü önde gelen her isim sansürün ve kirli işlerin büyük oranda bir parçasıdır.

3. GEÇEN YIL FESTİVALDE OLANLAR, BU YIL OLANLARDAN DAHA MI AZDI, DAHA MI NESNELDİ? Türkiye’de ön jüri meselesi tuhaf ittifakların, hassasiyetlerin yeridir, Türkiye’de inanılmaz nedenlerle festivallerde sansür uygulanmaktadır, ama aynı şey medyada da yaşanıyor, aynı şey basında da yaşanıyor. Bu tip ilişkilerde iki hassas sansür gerekçesi en vahşi şekliyle uygulanıyor:

a)GERÇEKTEN MUHALİF OLDUĞU KADAR BİLİNÇLİ OLAN VE KİRLİ İLİŞKİLER AĞINA GİRMEYENLER,

b)KÜRT, BİLİNÇLİ, ESTETİK ÜRÜN VEREBİLME YETKİNLİĞİNE SAHİP OLANLAR…

Bu anlamda, şu anda Antalya üzerinden yürütülen festivalde sansür var mı? Sansürü kabullenecek miyiz? Tartışması ilkesel değildir ve tarihsel bir sorgulamaya dönüşmemiştir.

Örneğin ben açıkça Gezi Belgesel’inin ötesinde, film projelerinin sunum bölümünde dahi inanılmaz ittifakların döndüğünü net olarak görüyor ve biliyorum. Belirli şirket çalışanlarının şirketlerinin eserleri festivalde yarışma bölümündeyken jüri ya da seçici kurulda olması kâbusu bile, bütün uluslararası festivallerde gündem dışı ve saçma bir durum olarak görülürken, Türkiye’de itinayla her yıl dert değil denilerek uygulanıyor.

Aynı şekilde, jüriler ya da seçici kurullar büyük oranda projeleri değil, isimleri birbiriyle yarıştırıyorlar. Türkiye sistematik olarak sansürü bir dizi kurulan ittifakların gölgesi altında zaten yapıyor ve hatta bu sektörün işleyiş tarzına dönmüş durumda: TÜRKİYE’DE SİNEMA SEKTÖRÜNÜN İŞLEYİŞİ TAMAMEN KİRLİDİR VE SEKTÖRDE HAK ARAYANLARIN BAŞVURACAKLARI GÜÇLÜ, ETKİLİ VE KAPISI HERKESE AÇIK TEK BİR KURUM BİLE YOKTUR.

YERALTI VE ARAF’IN YARIŞTIĞI ADANA’DA JÜRİ ÖZGÜR İRADESİYLE VE ESTETİK KRİTERLERLE Mİ SEÇİM YAPTI? Bu sadece tekil bir örnek, aynı şekilde geçen yıl Bir Varmış Bir Yokmuş estetik kriterlerle mi ön jüri tarafından elendi? Benzeri bir şekilde, festivaldeki ön jürinin elemesinin kirli olduğunu tam olarak olgularla çözdüğüm, jüri ile bir ekip arasında “nahoş” ilişkilere somut olarak tanık olmanın hiddetiyle yazdığım yazıya karşı tek bir analitik karşı koyuş olmadan Twitter’dan linç kampanyasına niçin ilkesel olarak hiçbir kurum karşı çıkmadı? Sadece yapısal sorun kaynaklarını sıralayalım:

1-Türkiye’de sinema sektöründe bu kadar ilkesiz bir lobiciliğin yaygın olması, gençlerin üretim için neredeyse stajyer biçimde bu lobilere girmeden hiçbir şey yapamaz olması,

2-Özellikle yapım süreçlerinde ilkesizliğin egemen olması, çalışma koşullarının kötülüğü kadar, çalışanların haklarının açıkça çiğnenmesi,

3-Özellikle sanat filmlerinin yapımcılığında neredeyse ilk ve en önemli yapımcı olarak Bakanlığın olması,

4-Üniversitelerimizin Sinema-TV bölümlerinin bu kadar pasif ve üretkenlikten uzak olması,

5-Sorunları çözecek hiçbir iradenin sürece aktif bir şekilde müdahil olmaması,

6-Sinema meslek birliklerinin bile yaşamak için girişimci ruhla Bakanlığa proje desteği için ateşli bir şekilde çalışması, kısacası bağımsız değil, köküne kadar bağımlı olması,

7-Festivallerin pek çokları için bir geçim kaynağı olması,

Gibi sorunları düşündüğümüzde, TÜRKİYE’DE SANSÜR TEKİL DEĞİL, GENEL BİR DURUMDUR VE İŞLEYİŞİN EN KARAKTERİSTİK ÖZELLİĞİDİR. SEKTÖRÜN İŞLEYİŞİ SAYDAM OLANIN KAYBETTİĞİ, KİRLİ OLANIN SONUCA ULAŞTIĞI BİR YAPI ARZ EDİYOR. Memleket için hayırlı olsun, “manzara resmimiz” güzel olsun bari, çünkü sık sık gerekli oluyor, ayrıca sansür edilen bir film değil, sanatın en önemli karakteristiğidir, oysaki Türkiye’de öne çıkarılan sanatçılar neredeyse sanatın bu özelliğini yıllardır hiçe saymıyorlar mı? TÜRKİYE’DE SİNEMA EHLİLEŞTİRİLMİŞTİR, ISLAH EDİLMİŞTİR!