Türkiye’de sinemamızın son yıllarda uluslararası arenada çok parlak yıllar geçirdiğine hepimiz tanığız. Art arda dünya festivallerinden

Türkiye’de sinemamızın son yıllarda uluslararası arenada çok parlak yıllar geçirdiğine hepimiz tanığız. Art arda dünya festivallerinden ödüller alıyoruz. Pek çok festivalde Yeni Türkiye Sinemasından yola çıkılarak özel gösterimler düzenleniyor. Üstelik hem belgesel hem de kurmaca dalında bir gelişme var. Buna karşın Türkiye’de sinemaya ilişkin bir yandan aşırı bir kurumlaşma, öte yandan kurumsuzluk hâkim. Sinema sektörümüzde geçmişle karşılaştırılamayacak denli meslek birliği ve dernek var. Buna karşın bunların çoğu atıl durumda. Kaldı ki sinemamızın yönetilmesi, desteklerin düzenlenmesi, altyapının geliştirilmesi, dünyaya açılım için belirli kurumların yetkin bir şekilde çalışması gerekiyor. Bütün bunları yapacak olan sürecin merkezileştirilmesidir. Ancak iş merkezileştirmek ile bitmiyor. Bizzat Türkiye Sinema Tarihinin durumu bize bu konuda pek çok olguyu veriyor. Süreci merkezileştirmek bir yandan aşırı kontrol etme, hizaya getirme, kendilerine yakın kesimleri öne çıkarıp, eleştirel bakanları susturmaya çalışmayla sonuçlanabilir. Bu nedenle Türkiye’de siyasi iktidarlar yasaları yaparken de yetki verirken de uzun dönemli değil kısa vadeli çıkarlarına göre hareket ederler. Bunlar ise bir sinema sektörüne yapılabilecek en büyük kötülüklerdir, ilk önce sahte kahramanlar yaratır. Bu sahte kahramanları Türkiye’de itibarlı yapsanız bile, uluslararası arenada kimse ciddiye almaz. Bizim ihtiyacımız olan bir yandan yaratıcılığı teşvik etmek, öte yandan yaratıcı ürünlerin hem ülke içinde desteklenmesi hem de dünya içindeki yolculuğunda erişim alanını genişletmektir.
2004 yılından beri ulusal bir sinema kurulunun hayata geçirilmesi için çalışılıyor. Şu anda bunun adı Türkiye Sinema Merkezi olarak öne çıkıyor. Daha da önemlisi bu kurulun merkezinin Ankara’da değil, İstanbul’a taşınması isteniyor. Çünkü sinemamızın başlangıcından beri merkezi İstanbul olmuştur. Bu kurula ilişkin çalışmalar artık son aşamaya gelmiştir. Sektördeki meslek birlikleri, sendika ve derneklerin katılımıyla bir yasa taslağı oluşturulmuş durumda. Çok ciddi tartışmalardan sonra, üstelik tartışmalar hala bitmemesine karşın.
Ancak sözü  edilen kurum ve kurumu hayata geçirecek yasa mevsimlerdir bekliyor. Çeşitli nedenleri var: birincisi Türkiye’de siyasi yaşam istikrarlı  değil. İstikrarsız siyasi yaşam sürekli yapay olmasına karşın hep kendi önceliklerini yaratıyor. Dengeli olmayan bir toplumsal işleyişimiz var, garip kendi gündemlerimizle oyalanırken, sistemin işlemesini sağlayacak pek çok önlem, yasa, kurum hayata geçirilemiyor. Sinema yasası da bunlardan birisi haline geliyor.
Türkiye Sinema Konseyi’nin başkanı Erden Kıral’ın deyimiyle, “Türkiye’de siyaset sorun çözmek için değil, sorun yaratmak için var”. Daha da önemlisi, yasanın çıkması ve kurumun hayata geçmesi için, “siyasi yapının sözü var, ama icraatı yok”, belirsiz bir bekleyiş süresi uzuyor. Oysa Türkiye’de sinema alanında, deyim yerindeyse her yönden yapısal düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Örneğin filmlere verilen desteklerin çok ciddi olarak artırılması gerekiyor. Aynı zamanda “art house” benzeri sinemaların ister bakanlık tarafından, isterse belediyeler tarafından açılması gerekiyor. Festivallerin lüks ve ihtişamın mekânları olarak değil, gerçekten hem ulusal kültür içinde hem de uluslar arası arenaya açılacak önemli kültürel ve tarihsel etkinliklere dönüşmesi gerekiyor. Öyle komik olaylar oldu ki bu ülkede, bir yılda festivallere harcanan para bütün filmlere yapılan yardımları kat be kat aştığı zamanlar oldu.
Ülkemizde sinema yapanların sayısı hızla artarken, aynı zamanda sinemacı olmak için gerek okuyan gerekse başka alanlardan sinemaya geçmek için çaba gösteren büyük bir kitle var. Böylesi bir istek ve ülkemizin genç nüfusunun olanakları düşünüldüğünde, sinemamızın atılımının daha uzun yıllar süreceği düşünülebilir. Bir yanımızı bahar bahçe, ama öte yandan yasal düzenlemeler ve maddi destekler süreci kısır ve etkileyici olmaktan uzakta. Dünya genelindeki çıkışımızla birlikte, bu sürecin sinemamıza ve ülkemize getirisi doyurucu olmaktan çok uzaktadır. Çünkü aynı tarım ürünlerimiz gibi, ürünler hasat edilmeden bekliyor. Filmlerimizin kültürel/estetik macerası iyi bir yönlendirme olmadığı için “getirisi” yönünden eksik kalarak kendi yurduna geri dönüyor.
Daha acı  bir durum var: Sinema kültürü yönünden ülkemizin durumu içler acısı. Eğitimimiz çok yoksul durumda. Halkımızın kültür seviyesi evlere şenlik.
Sinema sanatçılarımızın maddi durumları ise, büyük oranda çok yoksul. Avrupa’da hiçbir ülkede çalışma saatleri bizim ülkemiz kadar çok değil, buna karşın en düşük ücretleri alıyoruz. Sosyal güvence ise pek çok durumda yok. Avrupa ülkelerinde son beş yılda, film üretimi içinde en çok ölümle ve yaralanmayla sonuçlanan ülke biziz.
Filmlerimizin önemli bir bölümü “kötü koşullarda” gösterim olanağı buluyor.
Son olarak, Avrupa çapında yerli filmlerin yabancılara (özellikle Hollywood’a) karşı en iyi hasılat oranlarını elde etmesine karşın, üstelik bu yıl yerli yapımlarda bir patlama yaşanmasına rağmen, yerli film seyirci sayısı artmıyor, azalıyor.
Bu açıdan Türkiye Sinema Konseyi’ne dönüşen yapının, meslek örgütleri ile tartışma içinde hazırladığı yasa tasarısının kuvveden fiile geçmesi aciliyet kazanıyor. Ama Türkiye Sinema Merkezi’nin kurulması sorunlarımızı çözmeyecek: asıl o zaman kurum iyi işlerse sorunlarımızın çözümü için mevzi kazanacağız.
Türkiye’de sinemamızın çok köklü, yapısal sorunları var: bugün  örneğin dijital olarak sinema tarihimizin bir arşivi kamu tarafından yapılmamış durumda.
Bugün  örneğin sosyal güvence sorunları çözülmemiş durumda.
Bugün  örneğin medyada çalışan insanların çalışma koşulları korkunç durumda.
Ya da filmlerimizin uluslar arası düzlemde gidebilecekleri yerlere götürecek bir organizasyonumuz yok.
Bugün gençlerimizin yapabileceklerini sağlayacak bir üretim modelimiz yok.
Bugün  ülkemizde sinema kültürünün gelişmesini, toplumun hizmetine sunulmasını sağlayacak bir atılımımız yok.
Bugün  örneğin sanatçılar kendilerini yalnız hissediyorlar.
Pek çok proje uygulanma koşullarını bulamadan yok olup gidiyor.
İstikrarsızlık ve dengesizlik: ama bir ülkede Sinema kuruluşundan bu yana, gösterimi baz alırsak 100 yıldan uzun süre yasasız ve kurumsuz işlemez ki!..