Temmuz'da George Tabori öldü. Haf-1 tası çıkmadan, 30 Temmuz'da Ing-mar Bergman'ın haberi geldi. İki gün ardından da Michelangelo Antonioni'ninki... Tabori 1914 doğumluydu, Bergman 1918.....

Temmuz'da George Tabori öldü. Haf-1 tası çıkmadan, 30 Temmuz'da Ing-mar Bergman'ın haberi geldi. İki gün ardından da Michelangelo Antonioni'ninki... Tabori 1914 doğumluydu, Bergman 1918, Antonioni ise 1912.

Tutkunun üç şövalyesi peşi sıra çekip gitti. Bu üç adam, meraklarının izini sürdü, saplantılarını cesaretle derinleştirdi, evrende insan tekinin benzersizliğini sanatsal yaratma eyleminin eksenine yerleştirdi, endüstrinin kurallarına ve dayatmalarına hiç yüz vermedi. Onların birer asra yaklaşan hayatları, hayatın olmasa bile yaşantının övgüsüdür.

Bergman esasen tiyatrocuydu. Elli dört film çekmişti ve uluslararası saygınlığını bu alanda inşa etmişti ama, ömrüne yüz yirmi altı tiyatro oyunu yönetmeyi sığdırdığını ihmal etmemeli. Dahası, dünyanın en eski tiyatrolarından İsveç Kraliyet Dram Tiyatro-su'nun Sanat Yönetmenliğini de yapmıştı. Filmlerinde tiyatro estetiğinin izini sürmüştü Bergman. İskandinavya'nın kara-gri tonlarını tiyatral ışıklandırmayla peliküle geçirdi. Tanrıyla çok uğraştı; ölüm ve özellikle yüzleşti. Aynadaki Gibi, Sessizlik intihar fikriyle benzeri filmlerinde tiyatral mekân kullanımının şaheserlerini gerçekleştirdi. Tiyatral anlatımın en mühim falsosunu, upuzun yakın planlarıyla telafi etti.

Liv Ullmann Bergman'ın en büyük sanatsal tutkusuydu. Her baktığı kadında onu gördü. Tıpkı Antonioni'nin, her baktığı kadında Monica Vitti'yi görmesi gibi... O kadar ki, erkek ile kadın arasındaki mutlak imkânsızlığı anlattığı başyapıtlarından Bir Kadının Tanımlanması filminde, bir bakıma Antonioni rolündeki Tomas Milian bir kadın yüzü arar. Bulduğu Christine Boisson'un yüzüdür; bir Monica Vitti reankarnasyonu... Antonio-ni, upuzun plan-sekanslarıyla, seyircisine içinden geçtiği hayatı görüp okuması için büyük bir olanak sundu.

Cinayeti Gördüm filmindeki gibi, tarzını zorlayarak hız ve aksiyona girdiği Yolcu filminin antolojilik finalinde, dakikalarca (yedi dakika mıydı?) tek planda devinen kamerasını, demir parmaklıkların arasından çıkartıp geniş plana geçtiğinde bir algı estetiği dersi de vermişti. Tabori'yi çok geç, 1980'lerde fark ettim. Halbuki o, bundan kırk yıl önce İstanbul'da gazetecilik de yapmış, hatta Türk polisi ile ilgili keskin gözlemler edinmişti. Bir televizyon konuşmasında, Türk polisinin çok bece-rikli(!) olduğunu söylemişti: "Herkesi tanırlar, kimin nerede ne yaptığını bilirler!"

Tabori yaşarken onun bir oyununu yönetememiş olmam, içimde hep bir ukte olarak kalacak. Kavgam oyunundan çok etkilenmiş, çevrilmesine önayak olmuştum. Babası Auschwitz'de öldürülen bu adam, nazizmi, yahudi düşmanlığının tarihsel köklerini, katliamcı insanlık kültürünü yakın plana aldığı birçok oyun yazdı. Kavgam bunların en önemlilerindendir.

Hitler'in Viyana'daki bir erkek yurdunda, hırsızlar, dilenciler, öğrenciler ve işsizlerle birlikte geçen günlerini, Akademi'ye kabul edilmeyişini ve diktatörlüğüne açılan yolun başlangıcını zengin alıntı ve göndermelerle dramatize eden bu enfes ve fazlasıyla içe kapalı (esoterik) oyunu yapacak ortamı, ne yazık ki oluşturamadım.

Ardından, 2004'te Berliner Ensemble'da ilk kez sahnelenen Deprem Konçertosu'na göz diktim. Tımarhane metaforunun içinden konuşarak Avrupa'yı beklediğini öne sürdüğü büyük yıkımı anlatan Tabori, gene bir kâhin/yazar kimliğindeydi.

Budapeşte'de doğdu, Berlin ve Dres-den'de okudu, Bulgaristan ve Türkiye'de gazetecilik yaptı, İngiliz ordusunda İkinci Dünya Savaşı'na katıldı Tabori. Savaş sonu ABD'ye taşındı ve Hollywood'da çalıştı, bu dönemde Brecht, Thomas Mann, Klaus Mann, Adorno, Schönberg ile arkadaşlık etti, 1952'de ilk oyunu Mısır'a Kaçış, Elia Kazan rejisiyle Broadway'de sahnelendi ve tabii McCarthy döneminde kara listeye alındı.

1969'da Almanya'ya yerleşti ve Avrupa'nın her tarafında kendi oyunlarını ve Bec-kett'in, Brecht'in Bernhard'ın oyunlarını sahneledi. 1987'de Viyana'da kendi tiyatrosunu, 'der Kreis'ı kurdu ve yaptığı hemen her oyundan sonra tehdit edildi Tabori. Bir keresinde, içinde insan pisliği olan bir paket de göndermişlerdi evine.

Thomas Bernhard'ın Heldenplatz oyunundaki Yahudi profesörün sözüyle: "Bugün Viyana'da 1934'ten daha fazla Nazi var"dı ve Tabori tiyatrosunu kapattı sonunda. Claus Peyman Berliner Ensemble'ın başına geçtiğinde, Tabori'nin yeni ve son tiyatrosunun adresi de belli olmuştu. Bir sezon daha yaşasaydı, bu kez kendi yazdığı bir oyunu değil, Shakespeare'in Kral Lear'ını yönetecekti. Öyleyse Cordelia 'nın sözleri ile uğurlayalım bu üç tutkulu adamı: "Hayat çok kısa, her geçen an size teşekkür için kaybedilmiş bir zamandır."