1977’de yazmıştım:

1977’de yazmıştım:

     *

Çalışanlar korkuyla karışık bir saygı

ve hayırlı bir iş görmenin hazzıyla

deste deste samanları Başöküz’e sundular.

Başöküz bu kutsal armağanın anlam ve

önemini belirten bir böğürtü yaptı.

Çalışanlar bu böğürtüyü anlamaya çalıştılar;

kim bilir ne ulvî gerçekleri yansıttığını

düşüne düşüne, huşu içinde ayrıldılar.

 

Bu tekrar ve tekrar oluyordu. Ve bu tekrar

ve tekrar olurken, yeni bir şeyler de

oluşuyordu.  Ve bu yeni şeylerle,

derken, kalktı Bilim bir ara:

“Dünyanın durduğu yok bir öküzün üstünde!”

 

Tez vardı haberi öküzlerin kulağına:

-Ne söylüyor bu adam!  Ne söylüyor bu adam!

Yanıldığımızı söylüyor!

Yüce Öküz’ü inkâr ediyor!

Kutsallık tanımıyor!

      Manevîyat tanımıyor!

Haysiyet şeref iman

ve bu arada

bizim yerimizi

bizi

ve bizi tanımayınca

ve onlar buna inanırsa

şerefimiz ne olur

bizi kim besler sonra

bizi kim besler sonra

cahiller gibi çalışmak zorunda kalırız

inanırlarsa!

 

Ve öküzler boynuzlarını önlerine koyup

kara kara düşünmeye başladı.  Ağır boynuzlu

bir öküz söz aldı ve şöyle dedi:

 

-Bu âdil ve haklı düzen

çökmesine çökmez, çökmez ya,

çökecek olursa eğer

çalışanları bilmem ama

biz kalırız altında.

 

Parlak boynuzlu bir öküz sırıtarak dedi ki:

-Öbür dünyada her yer otluk;

bir sürü de inek var!

 

Ağır boynuzlu öküz,

-Kaldı biz çalışanları da düşünüyoruz,

     diye ekledi.

Hattâ kendimizden çok onları düşünüyoruz.

Nasıl olsa cennet bizim. Amaaa biz olmasak

nasıl doyar ruhları?  Bize hizmet ederlerken

tatmin olmuyorlar mı?  Bilimin

her şeyden önce onların mutluluğunu

baltalamaya ne hakkı var?

     Doğru değil mi, arkadaşlar?

 

Doğru doğru, dedi öbür öküzler

bir kez daha inanarak

işlevlerine.

Evet o fikirler tehlikeli fikirler.

Gül gibi geçinip giderken şunun şurasında

ve bal gibi de önemli bir işe yararken

iş mi bu yani!

             Tutuklattılar Bilim’i.