Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan savaş, nükleer enerjinin nasıl bir bela olduğunu hepimize bir kez daha gösterdi. Çernobil’i yeniden hatırladık ama bu savaştaki nükleer tehlike ne yazık ki Çernobil’le sınırlı değil. Ukrayna’nın dört nükleer santralı ve bu santrallardaki 15 reaktörü, Çernobil’den çok daha büyük bir risk dünya için.

Savaşın içinde nükleer geçen son dört günü hatırlayalım. Rusya Federasyonu’na ait birlikler Belarus üzerinden Kiev’e ilerlemeye karar verince ilk durak, dünyanın en büyük nükleer kazalarından birine ev sahipliği yapmış Çernobil Nükleer Santralı olmuştu. Zırhlı araçların radyoaktif serpintiye uğramış bölgeye girmesiyle radyasyon seviyesi 22 kat artmış ve spekülasyona neden olmuştu. Radyasyon artışı, 1986 yılındaki kazayla içindeki nükleer yakıtı eriyen dört numaralı reaktör ve yeni yapılan geçici nükleer atık deposundan değil, ağır araçların kaldırdığı tozdan kaynaklanıyordu. Ukrayna Nükleer Düzenleme ve Denetleme Kurumu’ndan (UNDD) gelen bu açıklama akla yatkın. Çernobil’deki yasak bölge bizim yaşadığımız bölgelerle kıyaslanamayacak düzeyde radyoaktif. Yıllar önce bölgeye gittiğimde, ormana, toprak yollara girmenin yasak olduğu, bazı bölgelerde yüksek seviyede radyasyon olduğu söylenmişti. Savaş öncesi bölgedeki arka plan radyasyon seviyesi saatte 3 milisievert civarında. Üç saat kalsanız bir tomografiye bedel.

Kontrolden çıkması elbette mümkün

Çernobil’in stratejik önemi olduğu da pek doğru değil. Kiev’e giden ve radyasyon yüzünden kimsenin yaşamadığı, 150 km uzunluğunda, düz bir yolun başlangıcında sadece. Sanırım, nükleer kazayı trafik kazasıyla veya tüpgazla kıyaslayanlara inananlar, 36 yıl sonra orada hâlâ radyasyon olmasına şaşırıyor. Değil 36, 36 bin yıl sonra da orada radyasyon olacak halbuki. Nükleer bela böyle bir şey.

Rusya Ukrayna savaşında bir başka tehlike de savaşın ortasında kalan nükleer santrallar. Yıllardır nükleer santralların savaş ve terör saldırılarında hedef olabileceğini yazıyorduk, şimdi dehşetle böyle bir şey yaşanmadan ateşkes ilan edilmesini bekliyoruz. Ukrayna’nın tamamen kapalı durumdaki Çernobil dışında 4 nükleer santralı ve buralarda 15 nükleer reaktörü var. Hepsi Rusya yapımı. 12 tanesi Akkuyu’da yapımı süren reaktörlerin biraz daha düşük güçteki VVER-1000 tipi reaktörler, kalan iki ise bugün hiç kimsenin istemeyeceği VVER-440 tipi. Çoğu tasarım ömrü 30 yıldan daha yaşlı ve asıl tehlike savaşın ortasında kalan bu reaktörler. Aklı başında kimsenin bu reaktörleri hedef alacağını düşünmüyorum. Ancak, savaşta bu reaktörlerin kazara hedef alınması, soğutma suyu veya elektrik kesintisi gibi nedenlerle kontrolden çıkması elbette mümkün.

UNDD’nin açıklamalarına göre 28 Şubat 2022 itibarıyla 15 reaktörden dokuzu çalışıyor. 23 Şubat’ta bu sayı 13’tü. Ukrayna, gördüğüm kadarıyla çatışmaların arttığı bölgelerdeki nükleer reaktörleri teker teker durduruyor. Ülkenin en büyük nükleer santralı Zaporijya’da beş gün önce altı reaktörden altısı çalışıyordu, şimdi bu sayı yarıya düştü. Rusya’nın kente girdiğine dair haberler var.

Size bunları anlatmıyorlar

Ukrayna’nın nükleer derdi bununla da sınırlı değil. Ukrayna nükleer yakıt ve nükleer atık konusunda da Rusya’ya bağımlı. Rusya ile yaşadıkları gerilim nedeniyle ABD’li Westinghouse şirketinden yıllar önce yardım isteseler de ülkedeki reaktörlerin yakıtının yüzde 60’ı hâlâ Rusya’dan geliyor(du). Kullanılmış yakıt çubukları da işlenmesi ve saklanması için 200 milyon dolar ödenerek Rusya’ya gönderiliyor[1].

Nükleer enerji gerek yakıt gerekse teknoloji açısından sizi üreticisine bağımlı kılıyor. Mersin’deki nükleer santral projesi iptal edilmezse, kullandığımız doğalgazın 3’te 1’ini, petrolün 5’te 1’ini, kömürün 3’te 1’ini aldığımız Rusya’ya nükleer enerjide de bağımlı olacağız. Akkuyu’yu “bağımsız”, “milli”, “yerli” gibi kelimeleri aralara sıkıştırarak pazarlayanlar size bunları hiç anlatmıyor.

[1] Ukraine’s nuclear impasse, Oleksandra Zaika, 26 Nisan 2021.