Alışıldık kavramların yerini oynatmak, tozunu almak gerekiyor ara sıra. Belki cin çıkar, belki de düşünsel bürokratizmden beynimiz kurtulabilir

Alışıldık kavramların yerini oynatmak, tozunu almak gerekiyor ara sıra. Belki cin çıkar, belki de düşünsel bürokratizmden beynimiz kurtulabilir.
Kavramlar yol göstericidir. Çünkü, oluşma ve oluşturma sürecinin deneyim ve birikimini taşırlar. Tek bir kavram, sıkıştırılmış bir tarihsel arka plan taşır. Bu tarihsel arka planı dolduran birikim ve deneyimi önümüzde hazır buluruz. Hep başa dönme gibi bir derde girmeden kolaylıkla bu mirası yeriz.
Ulus devlet ve üniter devlet kavramı da gündemin en çok kullanılan kavramlarından. Ulus devleti ve üniter devleti aynı cümlede kullanırken, tanımları çok açık gibi duruyor. Ancak, bu açıklık, bir klişe açıklığı aslında. Bu iki kavramın akrabalığı, düşmanlığı, birbiriyle ardıllık öncüllük ilişkisi konusunda  pek çok soru işaretleri var.
Stefanos Yerasimos’un ‘Milliyetler ve Sınırlar’ adlı kitabını bugünlerde yeniden okuyorum (İletişim Y. Çev şirin Tekeli). Kitabın alt başlığı Balkanlar, Kafkasya ve Orta-Doğu. Yerasimos, eğildiği coğrafyada sorunlar; ulus devletler ve sınırlar konusunda, yalın bir dille her şeyi anlaşılır kılıyor.
Yerasimos’u okurken, kavramaların tozu da görünür kılınıyor. Özellikle ulus devlet kavramının siyasal sosyal, kültüre ve tarihsel arka planında  başka pencereler açılıyor. Ulus devlet kavramı, Avrupa merkezli bir kavram. Başka bir deyişle Avrupa sanayi kapitalizmi süreciyle göbekten bağlı. Yerasimos, Batı’da milletlerin bin yıl süren bir evrimleşmenin sonucu oluştuğunu belirtiyor. “şimdi ise, bir kurtuluş savaşının ardından, genellikle büyük güçlerin müdahalesiyle düzenlenen bir barış konferansı ulus yaratmaya yetiyordu.” Buradaki ironik yaklaşım, ulus devlet kavramının sicili konusunda şüphemizi haklı kılıyor.
Bin yıllık sürecin koşullarına sahip olmayan doğu toplumlarının sorunlarını, bu sürecin kavramalarıyla saptamak, dahası çözüm getirmek ve bir retorik oluşturmak bu nedenle doğru olmuyor. Doğu toplumlarında devletin kişi ile kaim olması, kişi/devlet (Osmanlı, Eyyübi vb) ile anılması, kutsal kişi, kutsal devlet anlayışının adetten olması, üzerinde durulması gereken noktalar. Biliriz ki, doğu toplumlarında mülk ile devlet eşittir. Mülk de devlet de tek kişinin; sultanın, padişahın, hanındır. Kişi olma özelliği ilerleyen dönemlerde devreden çıksa da kutsallık hâlâ devam etmektedir. Bu süreçte, bizim ulus devletimizin temel özelliği de artık ‘kutsallığı’ olmakta. Bu siyasal kültür adeti, üniter devlet için de geçerli. Her türlü, sosyal, siyasal, tarihsel arka plandan soyutlanmış, kutsal bir ‘üniter devlet’ söylemi egemen. Günlük politik söylemde kutsala dil uzattırmama sertliği var.
Yerasimos kitabında, Osmanlı’nın daralan sınırlarını aşama aşama göstermiş. Burada, tarihle biraz oynayalım: Balkan Savaşı’nın çıkmadığını varsayalım örneğin. Sınırlar birden Kosova’yı buluyor. Makedonya, Arnavutluk da sınırlar içinde. Yavuz’a kadar ise şimdiki ‘üniter devletin’ sınırları neredeydi biliyoruz; Doğu ve Güneydoğu üniter sınırlar dışında olacaktı. Sultan Selim Han, imparatorluğun sınırlarını doğuya ve güneye genişleterek, başımıza üniter bir sorun açtı aslında.
Ömer Lütfi Barkan da Balkanların toprak meselesinde benzer bir varsayımda bulunur.  Osmanlı, Balkanların fethinde, döneme uygun toprak rejimi ile yerel  köylülüğün desteğini almış. Ancak bu rejimin bozulması ile, çöküş döneminde, aynı köylülük ona isyan ediyordu. Ona göre, uygun toprak rejimi güdülseydi, ‘milliyetçilik zehri’ devlete zarar vermeyebilirdi. Bu varsayım içinde, Balkanlarda ulusal uyanış günümüzde yaşansaydı, işte o zaman üniter devlet için tehlike sadece Kürtlerden değil, Balkanlardan da geliyor olacaktı. Neyse ki tarih, varsayımları bertaraf ettiği için, devşirme ulus devlet ve üniter devlet kavramlarımız için tehlike tek kaynaktan. Buna da şükür. ‘Üniter kimliğimiz’ Balkanlar  yönden korunmuş oldu.

Haftanın dizesi; “kar tanesi olacağım, elinde erimek için” (Biba İsmail, Yalnızlığa Bakan Pencere, Makedonya)